Rabbimize ne kadar hamd etsek azdır. Bugün öylesine düşüncelere dalınca aklıma şunlar geldi. Allah-ü Teala biz kulları için sayısız nimetler yaratmış. En başta dünyayı biz insanların hizmetine sunmuş. Dört mevsimi bize yaşatıyor. Dilediği zaman gökten yağmur yağdırıyor. Dilediği zaman güneş dünyayı hem aydınlatıyor, hem de ısıtıyor. Bize sunduğu dört mevsimde sayısız nimetlerini bize sunuyor. Her mevsimde yetişen ayrı ayrı meyve ve sebzeleri tadarak hayatımızı idame etmemize imkan sunuyor. Bu nimetlerin hiç birisinin şükrünü asla eda edemeyiz. Bizden beklediği şey, kulluk vazifemizi doğru olarak adam gibi yapmamız.
Ancak bu noktada çok eksiğimiz var. Kulluk vazifemizi layıkıyla yapamıyoruz. Ne hazindir ki, bizi bu kadar nimetlere gark eden Rabbimizin yoluna ne canımızı, ne de malımızı verebilecek kudrette değiliz. Sürekli bahaneler üretiyoruz.
Yazımızın bu noktasında sizlere Allah Rasûlü (sav)'in yaşadığı bir olayı nakletmeye gayret edeceğim;
Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) bir defasında, her zamankinden farklı bir vakitte evinden çıkmıştı. Herhangi bir kimseyle buluşma kastı yoktu. Henüz hanesinden dışarı adım atmıştı ki, Hz. Ebu Bekir çıkageldi. Allah Rasûlü Onu görünce şaşırarak, “Buraya niçin geldin Ebu Bekir?” diye sordu.
Hz. Ebu Bekir, “Rasûlullah ile karşılaşır, yüzünü görür ve ona selam veririm ümidiyle evden çıkmıştım.” diye cevapladı. Bir müddet sonra Hz. Ömer de yanlarına geldi. Rasûlüllah ona da niçin geldiğini sorunca Hz. Ömer, “Açlıktan, ey Allah’ın Rasûlü!” diye cevap verdi. Rasûlullah, “Ben de biraz açım.” buyurdu.
Sonra üçü birlikte Ensar’dan koyunlarının ve hurmalarının çokluğuyla tanınan Ebu’l Heysem’in evine doğru yürüdüler. Ebu’l Heysem, çok varlıklı olmakla birlikte hizmetçisi bulunmayan bir kişiydi. Eve vardıklarında onu bulamadılar ve hanımına, “Kocan nerede?” diye sordular. O, “Bize tatlı içme suyu getirmeye gitti” diye cevap verdi.
Tam o esnada Ebu’l Heysem, ağzına kadar dolu bir su tulumuyla geldi. Tulumu yere koyduktan sonra Hz. Peygamber’e sarılıp, “Anam babam sana feda olsun Ey Allah’ın Rasûlü!” diyerek onların gelişinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Sonra misafirlerini bahçesine götürdü ve oturmaları için bir sergi serdi. Hurma ağacından, olgunlaşmış ve henüz tam olgunlaşmamış hurmaların bir arada olduğu bir hurma salkımı koparıp getirdi ve “Buyurun, bunlardan yiyin” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah, “Bize hurmanın olgunlarından seçip getirseydin, ne iyi olurdu!” buyurdu.
Ebu’l Heysem, “Ey Allah’ın Rasûlü! Olgun olanlarını ve olmayanlarını sizin seçmenizi ve hangisinden arzu ederseniz onu yemenizi istedim” dedi. Daha sonra Peygamber Efendimiz için bir koyun kesmek niyetiyle eline bıçağı aldı. Efendimiz, “Sakın sağmal olanlarına dokunma” buyurdu.
Ebu’l Heysem koyunu kesip Rasûl-i Ekrem Efendimize ikram etti. Her üçü de ikram edilen hurmayı ve koyunu yiyip tatlı sudan içtikten sonra Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin olsun ki, bu nimetlerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceksiniz; serin gölge, leziz hurma ve soğuk su…”
Allah Rasûlü’nün en yakın iki arkadaşı olan Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer, kendilerine verilen nimetlerin hesabını en kolay verebilecek insanlar arasındalardı, şüphesiz. Ancak Hz. Peygamber Efendimiz, Onların şahsında bütün ümmetini, nimetlerin hesabı konusunda bir kez daha uyarma gereği duymuştu. (1)
İşte bu vakıa ile bize verilen bütün nimetlerin tek tek hesabı sorulacağı ortaya koyuyor. Bundan dolayı çok fazla dünya sevdalısı ve dünya malı biriktiricisi olmamalıyız. Elbette yeterli ve gerektiği kadar dünya malından istifade edeceğiz. Bunda şüphe yok. Burada değinmek istediğim konu çok fazlaca dünya malına dalıp, dünyaya geliş gayemizi, yaratılış gayemizi unutmamalıyız.
Bize verilen az veya çok nimetleri de bir başkası ile paylaşmasını bilmeliyiz. İkram ve izzetten uzak olmamalıyız. Sadece ikram etmek değil gerektiği her an bütün bize sunulan imkânları Allah yolunda sarf etmesini bilmeliyiz. İşte bunun içinde yapmamız gereken mühim bir iş var. O da nefis terbiyesi. Nefis terbiyesi almayan kişiler dünya malına çokça tamah ederler. Nefis terbiyesi almış olan kimseler Allah'ın rızasını kazanma noktasında en doğru yolun “infak” olduğu düsturunu asla akıllarından çıkarmazlar.
Rabbimize, bizleri infak ehli olanlardan eylemesi için bolca dua edelim. Böylece bizlere sunulan nimetleri başkalarıyla paylaşma imkanı bulabilir ve Rabbimizin rızasına vesile olabiliriz.
(1) Tirmizî, Zühd, 39 M5313 Müslim, Eşribe, 140 .
Yorum Yazın :Misafir