Sevgili Okuyucularım;
Güzel ülkemizin dört bir bucağını çeşitli vesileler ile dolaşıyorum. Gezip dolaştığımız yerlerde ülkemizin tarihi zenginliklerini gördükçe, buraların imkanı olan herkes tarafından görülmesini arzuluyorum. Anadolu topraklarındaki bu zenginlik, Anadolu’da birçok medeniyetlerin yaşamış olmasına bağlıdır. Kadim Anadolu toprakları tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bundan dolayı da her ilimizde görülmeye değer bir tarih yatmaktadır. Bunun yanı sıra coğrafi güzellik de bir başka eşsiz değer. Ülkemizi çok iyi tanımalıyız ki, burada yaşamış medeniyetler hakkında da bilgi sahibi olabilelim. Ama her şeyin ötesinde öncelikle kendi medeniyetimizi tanımalıyız. Medeniyetimizi tanımak için de bazı yörelerin mutlaka görülmesi gerekiyor. Görülmesi gereken yerlerin devlet tarafından da teşvik edilmesi, bu yerlere yönelik ciddi projeler yapılarak, bölgelerin tanınması ve görülebilmesi sağlanmalıdır.
Daha önce de bu köşemizde sizlere Sivas Divriği Ulu Camii’ni tanıtmaya çalışmıştım. Türkiye’nin El-Hamra’sı olarak tanımlayabileceğimiz bu eseri gördükten sonra, böylesi dünya da eşi ve benzeri olmayan eseri ortaya koyan Ahlatlı ustaların diyarı Ahlat’ı da görmek gerektiğini düşünerek hiç vakit kaybetmeden yolumuzu Ahlat’a çevirdik. Ahlat’a geldiğimizde bizi büyüleyen bir atmosfer ile karşılaştık. Ahlat, Selçuklu döneminde başkentlik yapmış, Bitlis ilimizin Van Gölü’ne sınırı olan önemli ve şirin bir ilçesidir. Kübbet’ül-İslam olarak da bilinmektedir. Ahlat, Türklerin Anadolu’yu yurt edinmeleri sürecinde hem Selçuklular, hem de Osmanlılar için önemli bir merkez olma özelliğiyle birlikte, Eyyübiler içinde önemli bir merkez olmuştur. İslam’ın ilk dönemlerinde Bizans ve Doğu Roma’ya ulaşma noktasında bir sınır olarak da kabul edilen Ahlat’ta göze ilk çarpan şey yaklaşık 200 dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş ve tarihi açıdan bilinen en büyük Türk-İslam mezarlığı. Bu mezarlıkta dikkatimizi çeken en önemli olay ise mezar taşları. Mezar taşlarındaki taş işleme sanatı adeta insanı büyülüyor. Mezarlık taşlarında 3 çeşit taş işleme sanatı ile karşılaşıyorsunuz. Bunlar; “Şahideli mezarlar”, “Kurgan” diğer adıyla “Oda mezarlar” ve “Sandukalı” mezarlar. Burada yaklaşık 8000 civarında mezar bulunduğu ifade edilmekte ve 100 civarındaki mezar taşları takribi 3 metre boyunda, adeta birer anıtı andırır gibiler. Bu mezarlıkta o dönemin birçok önemli şahsiyetlerinin mezarları da bulunmaktadır. Mezar taşlarına işlenmiş adeta dantel gibi taş işçiliği gördüğünüzde sizleri büyüleyecek ve bambaşka bir atmosfere götürecektir. Bugün Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan Ahlat’taki tarihi mezar taşları adeta Anadolu’da “Orhun Abideleri”nin bir devamı gibidir. Ahlat’taki bu mezar taşları sadece bir abide değil aynı zamanda birer motifler ile bezenmiş sanat eseridir. Bu yönüyle 1000 yıllık tarihimizde halı ve kilimlere de hep motif olarak işlenmeye çalışılmıştır. Ahlat bu yönüyle bize bir medeniyetin nasıl ortaya çıktığını göstermektedir. Ahlatlı ustaların ışığında Anadolu hatta Rumeli’ye binlerce eser kazandırılmış ve bu medeniyet geliştirilerek yaşatılmaya çalışılmıştır. Ahlat görülmeden ve anlaşılmadan ne Bursa, ne Edirne ve de Payitaht olan İstanbul anlaşılamaz. Bugün biz Ahlat’ı sadece bir ilimizin şirin bir ilçesi olarak biliyoruz. Ancak şehri gezdiğimizde bir medeniyetin beşiği ve meşalesinin yakıldığı yer olarak görüyoruz. Bu nedenle Ahlat anlaşılmadan medeniyetimiz anlaşılamaz diyorum. Tarihimizi daha iyi anlayabilmek için Ahlat mutlaka gezilip görülmeli, Ahlat’ta yatan tarih ve medeniyet iyice anlaşılmalıdır. Bunun içinde devlet erkanı da devreye girerek Ahlat’ın öncelikle 80 milyon tarafından tanınması sağlanmalıdır. Ve sonrasında Ahlat dünyaya tanıtılmalıdır. Anadolu’daki medeniyetlerin en güzel örneği Ahlat’ta sergilenmektedir. Ahlat’taki mezar taşlarında yer verilen motif ve sanatı görünce ecdadın ne büyük bir sanatkar olduğunu, çok daha iyi anlamış oluyorsunuz. Bugün mezarlıklarda mermerden basit bir mezarla geçiştirilen mezar taşına bu kadar önem veren ecdadımız bunca eşsiz eseri bu ruhla insanlığa kazandırmıştır. Yeniden o ruhu yakalamak içinde ecdadın iyi anlaşılması gerekmektedir. 100 yılını doldurmak üzere olan Türkiye Cumhuriyeti 1000 yıldan fazla hüküm süren Selçuklu ve Osmanlı’nın bakiyesidir.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda geçmiş ile bağını koparmak adına geçmişe dair ne varsa her şeyden bizi uzaklaştırdılar. Şimdi geçmişimiz ile bağ kurma zamanı. Geçmişimizi daha iyi anlama zamanı. Medeniyetimizi en doğru şeklide kavrayabilmek için de öncelikle Ahlat mutlaka gezip görülmelidir.
Yorum Yazın :Misafir