Zat-ı ‘Muhterem’ Eyvallah Eyvallah “Muhterem” Zat “Muhterem” Zat Eyvallah Yaşantımızda, günün belki de her saatinde çokça kullandığımız kelimeler vardır. Bu köşe yazımızda “eyvallah” , “zat” ve “muhterem zat” kelimeleri üzerine birkaç kelam edeceğiz. Öncelikle bu üç kelimenin ne anlama geldiğine bir göz atalım isterseniz. Eyvallah; kabul ediyorum, razıyım anlamında, zat; kişi anlamında ve Muhterem Zat ise; övücü nitelikte saygı duyulan kişi anlamında kullanırız. Çokça kullandığımız bu üç kelimenin ne anlama geldiğini yazdıktan sonra yavaş yavaş yazımıza geçelim istiyorum. Gerek iş hayatınızda gerekse siyasi hayatınızda beraber olduğunuz kişiler vardır. İş hayatınızda beraber olduklarınızdan bazıları ile işinizi daha da büyütmek yani güç birlikteliği oluşturma adına bir şirket kurar ve bu şirket üzerinden işlerimizi yürütmeye başlarız. Bu kişileri tanımazdan önce bizim için zat’tır. Şirket ortağı aldığınızda ve şirketin gidişatı iyi olduğunda bu kişiler muhterem zat olur. Muhterem zat ile olan ticari ortaklığınız her geçen yıl bir önceki yıla göre daha da iyi geçmeye başlayınca hanlar, hamamlar, köşkler, saraylar inşa edersiniz. Aradan geçen yıllar sonra bir şeyler hafiften kötü gitmeye başladığında bir bahane bulur ve iş ortaklığınızı bitirmeye karar verirsiniz. İşte tam da bu sırada yukarıda sözünü ettiğim kelimeler devreye girer. İş ortağınız olan muhterem zat’a “eyvallah zat” diyerek tüm ilişkilerinizi kesersiniz. İş hayatınızda “Zat-ı ‘Muhterem’ Eyvallah” bu ve buna benzer hadiseler olduğu gibi siyasi hayatınızda da mutlaka bunları yaşarsınız. Nasıl mı? Aynen şöyle; Herkesin bir siyasi görüşü olduğu gibi sizin de bir siyasi görüşünüz vardır. Tüzüğü, programı ve ilkelerini benimsediğiniz A yada B partisinde sırf vatana millete hizmet etme adına önce üye olur daha sonra da yönetimlerinde gerek başkan, gerek başkan yardımcısı, gerekse yönetim kurulu üyesi olarak görev alırsınız. Partinizin iş başına gelmesi durumunda neler yapabileceğini anlatmak üzere dağ, taş, dere, tepe demeden köy köy, mahalle mahalle, belde belde, ilçe ilçe dolaşırsınız. Bunları yaparken de herhangi bir çıkar ve menfaat gözetmeksizin yapar ve çok büyük fedakârlıklarda bulunursunuz. Yönetimlerde bulunan arkadaşlarınızla adeta kader birliği yaparsınız. Gün gelir ülkede seçimler yapılır. Bu seçimler öncesinde siz yada kader birliği yaptığınız arkadaşlarınız yukarıda da zikrettiğim gibi hiçbir menfaat ve çıkar gözetmeksizin sadece hizmet etme adına bir yerlere aday olursunuz ve bu aziz millet “hadi bakalım bana hizmet et” der ve sizi layık gördüğü yere seçer. Aynen yönetimlerde olduğu gibi bu görevinizi de en iyi şekilde yapmak için gayret gösterirsiniz. Sizi o göreve seçen milletten yeri gelir övgüyle söz edilirsiniz yeri gelir yergi ile söz edilirsiniz. Çalışmalarınız bu minval üzere giderken her nedense siyasette kader birliği yaptıklarınızla yollarınızı ayırmaya kara verisiniz. Önce zat olarak girdiğiniz A yada B partisinde yaptığınız güzel çalışmaların karşılığı olarak size muhterem zat denmeye başlanır. Bir süre sonra ayrılma kararını uygulamaya koyduğunuzda yani partinizden veya seçildiğiniz görevinizden istifa ettiğinizde muhterem zat’ın Muhterem’i gider ve zat olursunuz. Tabi ki kader birliği yaptığınız arkadaşlarınızın da sizin için söyleyeceği tek şey “eyvallah zat” demek olur. Ticari ve siyasi hayatınızda Zat, Muhterem Zat dendiğiniz yada Eyvallah dediğiniz gibi gündelik hayatınızda yani beşeri ilişkilerinizde de yeri gelir zat, yeri gelir muhterem zat olursunuz. Ve yeri gelir buna da eyvallah dersiniz. Sizleri bilmem ama benim bu üç kelimeden en çok sevdiğim ve ayarını da bilerek en çok kullandığım kelime ‘eyvallah ’tır. Yazımı Tebrizli Şems’in anlatımıyla noktalamak istiyorum. Tebrizli Şems anlatır;
İkindi vakti öncesi abdest almak için avluya çıkan şeyh, dervişin tekinden bir ibrik su ister. Derviş getirir. Yere çömelmiş abdest almaya başlayan şeyh, bir yandan da bahçedeki dervişleri gözlemek için sağa sola bakmakla meşguldür. Su döken derviş bakar ki; şeyh elini yıkarken bazı yerleri kurudur; içinden,
-Bir de bize mürşit olacak, doğru dürüst abdest almayı bile beceremiyor diye geçirir. Bakışları alaycı ve suizancıdır. Şeyh kafasını dervişe doğru kaldırır, dervişin bakışlarını yakalar, aklından geçenleri okur.
-Evlat, sen bize yaramazsın. Akşama kalmadan dergâhımızı terk et der.
Derviş bin pişmandır ama nafile kovulmuştur artık. Ne ailesi ne de gidecek bir yeri vardır. Deli divane dağ tepe yürür. Yorulmuştur artık. Havada kararmıştır. Yolda bir çoban görür. Allah misafirine verecek ekmeğin var mı deyince, çoban buyur eder ve dervişten olanı biteni dinler. Çoban bu duruma üzülür ve
-şu karşıdaki dağın ardında bir şehir var. Oraya git. İsmi Eyvallah şehridir. Ne alırsan al eyvallah dedikten sonra, ücretsiz bedavadır orda, der.
-nasıl yani para pul istemiyorlar mı?
-eyvallah diyene her şey bedava.
-yalnız Eyvallah şehrinin üç kuralı var. Bunları ihlal edersen şehirden atılırsın. -nedir bu kurallar? bir; kulun işine karışmayacaksın. iki; Allahın işine karışmayacaksın. üç; asla yalan konuşmayacaksın. Kolaymış, der derviş, biz bunları dergâhta zaten yapıyorduk.
Sabah çekine çekine şehre girer. Önce hamama gider, yıkanır kasaya yanaşır, eyvallah der, sağ elini sol göğsüne koyarak, kasa başındaki hamamcı, eyvallah diye karşılık verir. -borcum ne diye sorar? -eyvallah dedin ya kardeş, borcun yok der hamamcı.
Derviş sevinir, iyi ki dergâhtan kovulmuşum, bu şehirde padişahlar gibi yaşarım der. Aradan bir ay geçer, ben bir aile kurmak istiyorum der, derlerki; eyvallah de, yarın köle pazarı var, orada her milletten güzel kadınlar var, istediğini seç, evlen.
Derviş denileni yapar, evlenir. Aradan bir hayli zaman geçer derviş hayatından memnundur nasılsa her şeyin bedeli bir Eyvallah tır. Bir gün çarşıda dolanıyordur, karşıdan biri genç diğeri yaşlı iki bayan gelmektedir. Genç olanın saçları açık, diğer kadın çarşaflıdır.
-şuna bak diye bağırır; örtünmesi gereken açık, örtünse de olur örtünmese de olur yaşlı kadın çarşaflı. Niye böyle açıksın sen diye sorar genç kadına.
-imdat, zaptiye. Zaptiyeler gelir; -ne vardı? -bu adam kulun işine karıştı. Derviş karakola götürülür ve on dayak atılır. Acısından çok, kulun hatasını uyardığı için şikayet edilmesine içerlemiştir. Karakolun dış avlusuna çıkar ellerini açar, yüksek sesle; -Allah’ım bu nasıl iş? Kullarını uyardım, dayak yedim, ey Rabbim bu nasıl iş derken, sesler duyulur yine -zaptiyee zaptiye. Gelen zaptiyeler; -ne oldu? Şu derviş Allahın işine karıştı, tekrar karakol, tekrar dayak, bu sefer adamakıllı canı yanmaktadır, doğru evine gider, yatağa uzanır. Bu sırada kapı çalınır, arkadaşları gelmiştir, derviş karısına, ev de olmadığımı söyle der. -zaptiyee zaptiye.. -ne vardı?
-eşim yalan konuşmamı istiyor, yalan söylüyor..
Derviş zaptiyelerce şehirden kovulur. Üstü başı toz toprak içindedir, uzaklaşırken şehre doğru bakar.
-Eyvallahın ayarını bilmeyen benim gibi eyvah eyvah diye inler..
Eyvallah… Selam ve dua ile…