Türk evi ya da Osmanlı evi diye tanımladığımız evler sadece mimarinin bir kolu olarak değil, toplumun sahip olduğu kültürün yansımasıdır. Osmanlılarda ev, her şeyden önce insan yetiştirme projesidir. İnsan, hayatını sürdürürken kültürel donanımını oluşturmaya yaşadığı evde ve çevrede başlar. Bu sebepledir ki, şehirlerde kurgulanan yapılar ve özelikle de evler insanda olumlu duyguları oluşturacak bir mimari yapı olarak tasarlanırdı.
Türk evi diye gözlemlediğimiz bütün yapıların mimarisinde insan merkezli bir anlayış vardır. Evler yapılırken aile yapısına uyum sağlayacak biçimde yapılırdı. Genellikle ahşap ve kerpiç evlerdi bu evler. Zamanla taş evler gündeme gelmiş ve çoğunlukla da bu evler konak tarzında inşa edilmiş. Evlerin ahşap ya da kerpiçten yapılıyor olmasının da bir sebebi var. Evlerin bu şekilde yapılması geçiciliğe vurgu yapmak yani dünyanın geçici bir yer olduğunu yansıtmak. Bir başka sebebi ise değişim. İnşa edilen evler zaman içerisinde değişimin gerektirdiği ihtiyaçlara cevap verebilmesini sağlaması. Zira dünya zaman içerisinde hızla değişim gösteriyor. Bu değişime de öz benliğimizi, kültürel dokumuzu kaybetmeden ayak uydurabiliyor olmamız gerekir. Osmanlı’da her eve bir kimlik kazandırma anlayışı hakimdir. Her ev, bir ailenin amaç ve tasarımının ürünüdür. Evler yapılırken hane halkının bütün ihtiyaçlarını karşılayacak konsepte yapılırdı. Ev sadece yaşam merkezi değil, çoğu zaman bir işletmeydi. Köylerde yapılan evler ise insan hayatının önemli bir parçası olan hayvanların da barınağı olarak kullanılırdı. Çoğunlukla üç katlı planlanan evlerin alt katı ev de beslenen büyükbaş hayvan, küçükbaş hayvan, at vb. gibi hayvanların barındığı yerler olurdu. Aynı zamanda bir bölümü depo olarak kullanılırdı. Evin diğer katları geniş ailenin yaşam alanına göre tasarlanırdı. Böylesi bir evde yetişen birey önce aile kültürü alır sonra da geniş aile içinde olduğundan burada yaşayan herkesten etkilenir ve büyük bir aile içinde nasıl yaşam sürdürülebilir kültürünü alarak büyürdü. Geniş aile içinde yaşayan ailenin en büyükleri dede ve nineler, çoğu zaman aileye katılan yeni bireylerin eğitiminde de ilk hoca, ilk eğitmen olurlardı. Zira büyük bir kültür birikiminin içinden gelen evin büyükleri en arkadan gelen nesle bu birikimi aktarma yükümlülüğünde hissederdi kendilerini.
Bugün ne yazık ki, bu kültürel anlayış yok artık. Sebebi is anlattığım tarzda evlerin olmayışı. Çekirdek aile var ve bu çekirdek ailenin yaşadığı çok katlı binalar var. Bu durumu ülkemizin yetiştirdiği aydın, mütefekkir, mimar Turgut Cansever şöyle ifade ediyor. “Bugünkü Müslümanların bir ev tasarımı yok. Tanımı olmayan, anlamı olmayan yerlere bugün ev diyoruz.” Aslında bunu söylerken ruhu ve anlamı olan Türk Evi’ni kaybettiğimizi vurguluyor. Ruhu olan, anlamı olan bir eğitim merkezi mantığında olan Türk Evi’ni kaybettiğimizden bu yana insan yetiştirme de problem yaşıyoruz. Zira temel yok ya da temel çürük, üzerine de haklı olarak sağlam bir eğitim koyamıyoruz.
Türk evi diye ifade etmeye çalıştığım Osmanlı evleri bugünkü gibi basit bir anlayışla inşa edilmiyordu. Bu evler genellikle bir plana sahipti ve belirli bir işlevi vardı. Bu evler iki ya da daha fazla katlı olur, genellikle de avlulu veya bahçelidir. Evler birkaç bölümden oluşuyordu. Giriş bölümü ve misafirlerin ağırlandığı genişçe bir sofa. Sofalar hem sohbet etmek için hem de yemek yemek için kullanılırdı. Bu evler de kadın ve erkekler için ayrı yaşam alanları oluşturulurdu buna da haremlik selamlık denirdi. Mutfak genel olarak avlunun dışında bir yer alır aynı zamanda yanında kiler bulunurdu. Evlerin büyüklüğüne göre de hamamlar bulunurdu. Ana yaşam alanı olarak kullanılan sofalar aynı zamanda bir eğitim merkezi gibiydi. Sosyal yaşamın devam ettiği bu alanda görgü kuralları yanı sıra hayatta gerekli bilgilerin öğretildiği kültürel donanımın yaşatıldığı alanlardı. Sofaların dışında genel olarak ikinci katlarda daha belirgin olan odalar, bireysel yaşam alanı olmakla birlikte aile mahremiyetinin yaşatıldığı bölümler olarak karşımıza çıkıyor. Bu odaların her birinde banyo ve ocaklar bulunurdu. Bugün bazı binalarda yatak odalarında ebeveyn banyosunun olmasını hayretle karşılıyoruz. Aslında bu kültür binlerce yıl önce vardı ve yaşatılıyordu. Hatta günümüzde Anadolu’da bazı köy evlerinde hala her oda da banyo yapılabilecek bir alan mevcut. Eski aile yapımızda gelen misafir rahat etsin diye de böyle düşünülmüş.
Odalardaki dıştan içe mahremiyet kurgusu ortaya koyulmasının yanı sıra bir sanatta hakimdi. Duvarlardaki kalem işçiliği, geometrik desenler yaşamı daha dinamik kılıyordu. Odaların pencereleri dışarıyı rahatlıkla görülmesini sağlayacak şekilde geniş yapılırdı. Hem güneş ışığından azami derecede istifade etmek hem de gerektiğinde dışarıyı izleyebilmek. Kısaca Türk evlerinde işlevsellik ve estetik ön plandaydı her daim. Türk evinin döşenmesi de oldukça sade ancak bir o kadar sanatvariydi. Evin mobilyaları sahibine değil, eve aittir. Onunla da şunu anlatmaya çalışmışlar; bu evin sedirleri bu eve göre yapılır. Bir kişi bu evden taşındığı zaman bu eşyaları başka bir yere taşıyamaz, götüremez, o evin ölçüsüne göre yapılmıştır.
Kısaca özetleyecek olursak Türk evi herkesin özerkliğini koruyor, geniş aile tipine uygun tasarlanmış ve aile içindeki bütün bireylerin ihtiyaçlarına çözüm üretebilecek nitelikte. İşte bu sebepledir ki Türk evi aynı zamanda bir eğitim yuvasıdır. Hayata yeni hazırlanan her bireyin yetişme ocağıdır.
Bugüne geldiğimizde beton yığınları arasına sıkışmış betonarme binalar sadece içinde yaşanılan alan olma özelliği bulunduruyor. Ruhu yok bir kere. Komşuluk kavramı kaybolmuş, eski evlerdeki görsellikten ve estetikten çok uzak. Orta da ne bir güzellik ne de samimiyet oluşturacak ortam var. Burada şunun altını çizmek istiyorum. İyi bir insan yetiştirmek istiyorsak önce evden başlamalıyız. Yeniden ruhu olan evlere kavuştuğumuzda, o evde yaşayan insanlar doğru ve düzgün eğitimle inşa edildiğinde yeni bir toplum olma yolunda kararlılıkla yol almaya başlayacağız.
Son söz, sözün ve sanatın ustası mimar Turgut Cansever’den:
“Şehri imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz, ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder.”