Yasaların herkes için eşit bir şekilde kullanılmasının sağlanması, hukuka uygunluk ve insanların hakkının gözetilmesi olarak tanımlanan adalet tek kelime ile doğruluk üzerine olmak demektir. Adaletin olmadığı toplumlarda her zaman kaos hakimdir. Yine adaletin kişiye veya kuruma göre esnetildiği durumlarda da huzursuzluk ve güvensizlik hâkim olur. Dünya da yaşanabilir bir nizam kurmak istiyorsak çok fazla şey yapmaya ya da karmaşık işler yapmaya gerek yok sadece adaleti uygulasak yeterli olacaktır.
Yazımın bu noktasında adaleti kavrayabilmek adına anlatıla gelen bir hikâyeye yer vermek istiyorum. Her ne kadar doğruluğu tartışılsa da olayın anlatılışı ile çok güzel bir ders veren bu hikâye adaleti ve yüksek faziletli yönetimiyle ün salmış İran hükümdarı Nuşirevan ile Hz. Ömer (r.a.) ve Sa’d İbni Vakkas arasında geçmektedir.
Hikâye şöyle; Hazreti Ömer (r.a.) ve Sa'd İbni Vakkas Hazretleri, İran'a ticaret yapmaya gitmişler. İran'a vardıkları zaman şehrin girişinde cirit oynayan bir kısım genç görüp seyre dalmışlar. Bir ara yabancıların kendilerini seyretmekte olduğunun farkına varan gençlerden birisi yanlarına gelip "Bedeviler" gibi sözlerle hakaret ettikten sonra, bindikleri Arap atlarını kendisine satmalarını istemiş. Lakin satmaya yanaşmadıklarından dolayı da atları zorla ellerinden alarak onları yaya bırakmış.
Hz. Ömer (r.a.) ve Sa'd İbni Ebi Vakkas Hazretleri ticaret maksadıyla geldikleri şehre atları elinden alınmış üzüntülü bir şekilde girmişler. Yanlarında yiyecek bir şeyleri olmadığı gibi paraları da kalmamış. Aç susuz akşam vaktini beklemişler. Akşam olunca da bir hana ulaşmışlar. Han kapısından girer girmez hancı, misafirlerin yabancı olduğunu ve üzüntülü olduklarını anlamış. Neden üzüntülü olduklarını ve nereden geldiklerini sormuş. Sa’d İbni Vakkas Hazretleri başlarından geçenleri büyük bir üzüntü içerisinde hancıya dert yanarak anlatmış. Olayı dinleyen hancı;
-Siz kederlenmeyin, bizim hükümdarımız son derece âdil bir insandır. Ona durumu anlatırsanız O ya atlarınızı buldurur yahut bedelini size tazmin eder. Ancak sizin anlattığınıza göre atlarınızı elinizden alan hükümdarın kendi oğludur. Ama o mutlaka bu meseleyi halleder, bir çözüm bulur, sizin mağdur olmanızı istemez diyerek onlara teselli verir ve şunu söyler.
-Hükümdarımız her sabah pazar yerinde halkın önünden geçer ve halk ona dertlerini, şikayetlerini ve dileklerini bildirir. O da ne icap ediyorsa hemen yapmaya çalışır. Siz sabahleyin vakit kaybetmeden pazar yerine gidin ve vaziyeti hükümdara bizzat anlatın.
Sabah olunca, Hz. Ömer (r.a.) ve Sa’d İbni Vakkas pazar yerine çıkıp hükümdarı beklemeye başlamışlar. Hükümdar bir müddet sonra yanında tercümanları olduğu halde Pazar da dolaşmaya başlamış. Herkes ne derdi varsa hükümdara anlatmaya başlamış. Hz. Ömer ve Sa’d İbni Vakkas'da başlarından geçen olayı hükümdara anlatmışlar. Hükümdar bunları dinleyince çok sinirlenmiş bir kese altın vermiş ve atların da bulunacağını söylemiş. Ancak hükümdar tercüman vasıtası ile konuştuğu için tercüman atları alanın hükümdarın kendi oğlunun olduğunu söylememiş. Hz. Ömer ve Sa’d İbni Vakkas Hazretleri akşam olunca kaldıkları hana gelmişler ve durumu hancıya anlatmışlar. Hancı onları dinleyince birden öfkelenmiş ve hükümdarın oğlunu kolladığını düşünerek ertesi günü hükümdarın huzuruna çıkmış. Hz. Ömer (r.a.) ve yanındakinin yaşadıklarını hükümdara anlatan hancı, suçu işleyen başkası olursa ceza verilir ancak sizin oğlunuz olursa cezasız mı kalır acaba? Diye sorar.
Bunun üzerine Nuşirevan oldukça sinirlenir ve hancıya şunu söyler:
-At sahipleri yarın şehir terk etsinler. Fakat biri şehrin kuzey kapısından, diğeri ise güney kapısından çıkış yapsın diye söyler.
Ertesi gün Hz. Ömer (r.a.) ve Sa’d İbni Vakkas Hazretleri şehri söylenildiği gibi ayrı ayrı kapılardan terk ediyorlardı ki bir de ne görsünler, şehrin bir kapısına atlarını alan hükümdarın oğlu genç, diğer kapısına ise hükümdara yanlış bilgi veren tercüman asılmış.
Aradan geçen bir zaman sonra bu olayı yeniden Hz. Ömer (r.a.) tarafından Sa’d İbni Vakkas’a hatırlatılmış. Hz. Ömer (r.a.) halife olduğu dönemde Sa'd İbni Vakkas da Mısır’a vali olur. O dönemde Mısır'ı İslamlaştırma hamlesi içinde bir cami yapılması gündeme gelir. Yapılacak caminin en uygun arsasının bir bölümü Mısır’da yaşayan Yahudi birisine aitmiş. Mısır valisi Sa’d İbni Vakkas Yahudinin arzusu olmadan yeri elinden satın alarak cami yapımına başlar. Yahudi bu durum çok üzülür. Ne yapacağını çaresiz bir şekilde düşünürken Müslümanlardan bir zat yanına gelerek:
-Nedir senin bu halin? Neden hüzünlü ve üzgünsün diye sorar. Yahudi:
-Bir evim vardı, başka da bir şeyim yoktu. Vali şimdi oraya cami yapıyor. Ben ise açıkta kaldım ne yapacağımı bilemiyorum der. Müslüman, Yahudiye,
-Doğru Medine'ye Müslümanların halifesi Hz. Ömer (r.a.)’in yanına git. Derdini ona anlat. O mutlaka senin derdine bir çare bulacaktır.
İslamiyet’in nasıl bir din olduğunu bile bilmeden Yahudi doğruca Medine'ye gider ve halife Hz. Ömer (r.a.) nerede bulabilirim diye sorar. O sırada bir bahçede çalışır vaziyette olduğunu öğrendiği Müslümanların halifesinin bu durumu kendisini oldukça etkiler. Hz. Ömer (r.a.)’e başından geçen olayı anlatır. Anlatılan duruma oldukça öfkelenen halife Hz. Ömer (r.a.) bulduğu bir kemiğin üzerine bir şeyler yazıp Yahudiye verir ve bunu valiye götürmesini söyler. Olup bitene anlam veremeyen Yahudi halifenin üzerine bir şeyler yazdığı kemiği alıp doğruca Mısır’a valinin yanına gider. Mısır valisi Sa'd İbni Ebi Vakkas'a elindeki kemiği verince, vali çok korkar cami inşaatını durdurur ve Yahudinin evini eskisinden daha güzel bir şekilde yaparak kendisine teslim eder. Kendisini memnun etmek içinde bir miktar para yardımında bulunur. Bu duruma anlam veremeyen Yahudi ne olduğunu anlamaya çalışır ve kemiğin üzerinde ne yazdığını merak eder.
Valiyi derinden sarsan Hz. Ömer (r.a)'in gönderdiği kemiğin üzerinde sadece şu cümle yazılı idi:
-Ben Nuşirevan’dan daha Adilim.
Vali Sa’d İbni Vakkas bu yazının yazılmasına vesile olan yukarıda anlattığımız olayı Yahudiye anlatır. Yahudi bu olay ve yaşadıklarından sonra İslamiyet’i seçerek Müslüman olur.
Hikâye böyle. Adaleti aylarca yıllarca hatta ciltler dolusu kitaplar ile anlatmaya gerek yok. Adaleti bizzat uygulayalım ki dünya daha yaşanabilir bir yer olsun. Bugün sakındığımız ve menfaatlerimize ters düşen adalet yarın bize de lazım olabilir. Ve sonsöz;
Adalet kainatın ruhudur ve adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur.