Muhtaç olduğu halde elindeki malı ihtiyacı olan bir din kardeşine verip o yokluğa katlanmak anlamına gelen îsâr hiç şüphesiz en yüksek ahlakî faziletlerden birisidir. Türkçe karşılığı “Diğergamlık” olarak geçen îsârı uygulamak oldukça zor olmakla beraber fazileti çok yüksek olan bir davranıştır.
Sözlükte "bir şeyi veya bir kimseyi diğerine üstün tutma, tercih etme" anlamına gelen îsâr, bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının faydası için fedakârlıkta bulunması demektir. Bu şekilde tanımlanan bu davranış halini uygulayabilmek din kardeşliğinin en ileri derecesidir. Günümüz dünyasında daha farklı deyişle kapitalist dünya bakış açısıyla îsârı değerlendirebilmek asla mümkün değildir. Zira modern dünya da karşılığı olmayan bir davranıştır. Kapitalist bakış açısında dünyada kişi ferdiyetçidir, kendinden başkasını düşünmez ve kendi ihtiyaçlarını karşılıyorsa karşısındakinin ne durumda olduğu ile ilgilenmez.
Bir kimsenin cömertlikte îsâr derecesine ulaşabilmesi için ikram ettiği şeye kendisinin fiilen muhtaç durumda bulunması şart değildir; burada önemli olan, muhtaç olsa dahi başkasını kendisine tercih edebilecek bir ahlâk anlayışına, fedakârlığa ve irade gücüne sahip bulunmasıdır. Bu davranış ancak nebevî terbiyenin inşa ettiği kimselerde görülür.
Asr-ı Saadet’e baktığımızda îsârı çok açık bir şekilde Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Mekke’den Medine’ye hicretinde görmekteyiz. Bütün mal varlıklarını Mekke'de bırakarak Medine'ye göç etmek zorunda kalan Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Ashabını Medineli Müslümanlar yani Ensar Medine’de karşılamış onları şefkatle kucaklayıp mal varlıklarını onlarla paylaşmaktan hiç çekinmemişlerdir. Hatta birçoğu ellerindeki bütün imkanları muhacirlere hiçbir karşılık beklemeden bırakmıştı. İhtiyaç içinde olsalar dahi onları kendilerine tercih etmişler, şahsî menfaatlerinden, zevklerinden fedakârlıkta bulunmuşlar.
İnsan bireysel yaşayan bir varlık değil aksine toplum içinde yaşamak zorunda olan sosyal bir varlıktır. Dolayısıyla insan sadece kendisini düşünerek, bencilce bir hayat sürdürmesi doğru bir davranış şekli değildir. İnsan ne kadar çok topluma ayak uydurarak yaşarsa toplumun huzuru da saadeti de o kadar çok gelişir. Kısaca toplumun huzuru toplumu meydana getiren insanların huzuruna bağlıdır diyebiliriz.
Günümüz kapitalist dünyasında yaşayan çağdaş toplumlara baktığımız da maalesef fertler, aileler ve toplum arasındaki ilişkilerin bozulmuş olduğunu gözlemlemekteyiz. İnsanların fert olarak manevî hayatlarının her geçen gün bozulduğuna şahit olmaktayız. Sadece manevî hayat bozulmuyor tabi ki, toplumdaki zengin ve fakir insanlar arasındaki yardımlaşma ve dayanışma ruhu da gittikçe yok oluyor. Bugün dünyanın çeşitli yerlerinde açlıktan susuzluktan ölen insanlar varken bazı ülkelerde ise zengin insanların Allah’ın verdiği nimetleri hunharca israf ettiklerini görmekteyiz. Bu tarz durumlara çok farklı örnekler verebiliriz. Bütün bunlar göstermektedir ki asrımızda insanî değerler gözümüzün önünde yok olup gitmektedir. Tabiri caiz ise ne kadar yozlaşmış olduğumuzu bizlere göstermektedir. İnsanlık günümüzde çok ciddi bir sosyal değişim göstermektedir. Öyle ki, tamamen dünyevileşen ve bencilleşen günümüz insanı çevresindeki muhtaçları görmez hale gelmiş, vefasızlık, nemelazımcılık, vurdumduymazlık alabildiğine yaygınlaşmıştır. Hâlbuki Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’in de insanlara beşerî ilişkilerde hoşgörülü olmaya, adalet, kardeşlik, infak, cömertlik ve diğergâmlık gibi ahlakî erdemleri yaygınlaştırmamızı emretmektedir.
İslâm tarihinde erdemli bir davranış olarak tarihe geçen îsâra örnek, yukarıda da değindiğimiz Ensar ile Muhacirin davranışlarını Rabbimiz kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim’inde Haşr Suresi 9. Ayette bizlere şöyle izah etmektedir: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
Îsâr cömertlik ve fedakârlığın en zirve noktası olup Peygamber ve salih insanların vasfıdır. Genel olarak îsârı üç kısımda değerlendirebiliriz. Mal ile îsâr, can ile îsâr ve dua ile îsâr.
Batı ahlâk felsefesinde insanın aslî tabiatında bencil duygular hâkim iken, İslâm da insanlığın mutluluğu ve huzuru için yardımlaşma, toplum içinde toplumun birlikte gelişmesi için bencillikten uzak bir hayat sürmesi arzulanmaktadır. İslâm, toplumu bir bütün olarak kabul etmektedir. Bunun içinde belirli ahlâkî ilkeler ortaya koymuş ve bu ilkelerin insan hayatında uygulanmasını gerekli görmüştür. İşte bu ahlâkî ilkelerden biri ve en zirvesi îsâr’dır.
Günümüzde İslâm’ın insanları ulaştırmak istediği yüksek fedakârlık anlayışına her şeyden daha çok muhtacız. Bu nedenle de îsâr’ın çok büyük önemi vardır. Toplumun bütün katmanlarında bunu yaygınlaştırmak için gayret göstermeli ve seferberlik yapmalıyız.