Anadolu toprakları doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle birbirinden değerli tarih ve kültür barındırmaktadır. Bununla birlikte hemen hemen her ilimizi kapsayacak şekilde manevi bir dinamik de yer almaktadır. Özelikle 1071 Malazgirt Zaferi ile birlikte Anadolu kapılarının Türklere açılmasıyla Müslüman Türkler doğu kapısından Anadolu içlerine kadar akın etmişler. Genel olarak Horasan Erleri olarak tanımladığımız bu manevi şahsiyetlerimiz Anadolu’nun hem Türkleşmesi hem de Müslümanlaşması için çok ciddi görev üstlenmişlerdir. Geçtiğimiz günlerde Egemizin ilçelerinin neredeyse tamamının turizm beldesi olan şirin ve ili Muğla’ya bir seyahatim oldu. Manisa vakfı başkanımız Ercan Oğuz ve Çanakkale Küçükkuyu’dan Harun Engin dostumuz ile birlikte gerçekleştirdiğim bu seyahatimde Muğla ilinin manevi değerini tanımak nasip oldu. Muğla’ya daha önce birçok kez gitmeme rağmen ziyaret etme fırsatı elde edemediğim ancak bu gidişimde ziyaret etme fırsatı yakaladığım Mevlevî Şeyhi “Şâhidî” mahlaslı Muğlalı Şâhidî İbrahim Dede’yi sizlere bu yazımda tanıtmaya çalışacağım. Muğla’nın manevi dinamiği olmasına rağmen yeterince tanınmayan bu değerli zatın tanınmasında bir nebzede olsa katkım olabilirse kendimi bahtiyar hissederim. Şehrin tepe noktasında bir yerde bulunan Şâhidî Efendinin türbesine ulaşmakta da biraz zorluk çeksek de gittiğimize değdi. Bir aracın dahi geçemeyeceği kadar dar olan sokaklardan ilerleyerek ulaştığımız şehrin manevi ışığı, ışığını günümüzde de saçmaya devam ediyor. Kemali edeple ziyaret ettiğimiz Şâhidî İbrahim Dede sadece Muğla için değil aslında ülkemiz için büyük bir manevi önderdir.
Kendisinin Mevlevî ve Muğlalı olduğunu, “Gedâyim Şâhidî-i Mevlevîyim / Diyâr-ı Menteşe’de Muğlavîyim” mısralarıyla ifade etmektedir. Kaleme aldığı Gülşen-i Esrâr adlı eserinin son kısmında hayatıyla ilgili bazı bilgilere yer vermektedir.
Şâhidî İbrahim Dede 1470 yılında Muğla’da dünyaya gelmiştir. Babası Muğla’daki Mevlevîhâne’nin şeyhi Sâlih Hüdâyî Dede’dir. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşayan Şâhidî İbrahim Dede, ilk dinî bilgileri babasından öğrenmiştir. Aynı zamanda Farsça’yı da öğrendiği babasını on yaşında iken kaybetmiştir. Babasının vasiyeti üzerine bir müddet sûfî bir kazzâzın yanında çıraklık yapmıştır. Lakin okuma isteği daha ağır basınca çıraklık yaptığı mesleği bırakmıştır. On sekiz yaşına geldiğinde bölgede kendisine ders verecek hoca bulamadığı için Muğla’dan ayrılarak İstanbul’a gitmiştir.
İstanbul’da Fâtih medreselerinde daha sonrasında da Bursa, Yıldırım medresesinde tahsiline devam etmiştir. Tahsil hayatını bitirdikten sonra Muğla’ya geri dönen Şâhidî İbrahim Dede derviş olma arzusu içinde yanıp kavrulmuş ve ilk önce Muğla’da bulunan Şeyh Bedreddin’e, Denizli Lazkiye’de Mevlevî şeyhi Fânî Dede’ye, ardından Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî soyundan Paşa Çelebi’ye intisap etmiştir. Kendisini yetiştirdikten sonra Paşa Çelebi’nin oğlu Emîr Âdil’e hocalık yapmaya başlamıştır. Tasavvuf yolunda ilerleme düşüncesi ile Hz. Mevlânâ’nın soyundan gelen ve Karahisar’da, (bugünkü Afyonkarahisar) Mevlevî şeyhi olan Divane Mehmed Çelebi’ye intisap etmiştir. İyi bir tasavvuf terbiyesi almış olan Şâhidî İbrahim Dede bunun yanı sıra müfessir ve muhaddislik eğitimi de görmüştür. Hocaları tarafından iyi bir Mes̱nevî şârihi olarak yetiştiğine kanaat edildikten sonra Muğla’ya geri dönmüştür. Divane Mehmed Çelebi’nin vefatının ardından da Muğla Mevlevîhânesi’nin şeyhliğini üstlenmiştir.
Şâhidî İbrahim Dede, 1550 yılında vefat etmiş olup kabri ve türbesi Menteşe ilçesindeki Hz. Şâhidî caminin avlusunda yer almaktadır. Mevlevilik Muğla’ya onunla yayılmış ve ön plana çıkmıştır.
Bursa, Denizli, Kütahya ve Afyonkarahisar beldelerini gezerek buradaki Mevlevî şeyhleriyle sohbetlerde bulunmuş ve bu vasıtayla Konya’daki dergâhla iletişim kurma yoluna gitmiş olan Şâhidî İbrahim Dede, bu temaslarından edindiği bilgi birikimini memleketi Muğla’ya döndüğünde buradaki dergâha aktarmıştır. Hayatı boyunca birçok eser ortaya koymuş ve bu eserlerinde çağın geçerli bilgileri ile tasavvufi düşüncelerine yer vermiştir. Geride bıraktığı eserleri; Divan, Tuhfe-i Şahidi, Gülşen-i Vahdet, Gülşen-i Tevḥid, Gülşen-i Esrar ve Gülistan Şerhi.
Şâhidî İbrahim Dede Hazretlerinin hayatına dair çok sayı da rivayetler vardır. İbret alınması düşüncesiyle bir iki tanesine burada yer vermek istiyorum.
Şâhidî İbrahim Dede Hazretlerinin anne ve babası hacca gitmeye niyet ederler. Annesi o dönemler Şâhidî Hazretlerine hamiledir. Yolculuk sırasında Urfa civarlarında doğum gerçekleşir ve Şâhidî hazretleri yani İbrahim dünyaya gelir. Annesi hacca oğlunu sağlık açısından götürmek istemez ve orada bir eve onu teslim ederler. Aynı hafta emanet ettikleri evin gelini de doğum yapmıştır. Fakir olan ev halkı Şâhidî eve geldikten sonra feraha kavuşmuşlardır. Hac dönüşü anne babası Şâhidî’yi almak için bıraktıkları eve uğrarlar. Ancak Urfalı aile, anne babasına evin gelininin çocuğu vermek ister. Şâhidî İbrahim’in babası bunun kendi çocukları olmadığını anlar ve itiraz eder. İş uzar ve kadıya kadar intikal eder. Kadı olayı dinler ve ispat için şahit ister. Bu sırada Şâhidî İbrahim Hazretlerinin babası araya girerek “benim oğlum kendine şahitlik eder” der. Bunun üzerine İbrahim bir eli ile babasını işaret eder, başka bir rivayete göre ise İbrahim dile gelir babasını söyler. Bu olaydan sonra kendisine Şâhidî ismi verilir.
Bir başka rivayete göre; Şâhidî İbrahim Dede Hazretlerinin bir gecede Kur’an-ı Kerim yazdığı yer almaktadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos seferi sonrası Şâhidî İbrahim Dede Hazretleri İstanbul’a Kanuni Sultan Süleyman’ı ziyarete gitmiş. Kanuni’nin sarayına misafir olan Şâhidî İbrahim Dede Hazretlerinin bir gecede Kur’an-ı Kerim’i nasıl yazdığını Padişah çok merak etmiş bunu kendisine sormuş fakat Şâhidî bir cevap vermeyip sadece tebessüm ederek karşılık vermiş. Padişah akşam olunca merakına yenik düşerek Şâhidî İbrahim Dede Hazretlerinin odasının deliğinden bakarak nasıl tek gecede Kur’an-ı Kerim yazdığını görmek istemiş. Fakat kapı deliğinden baktığında içeride kırk tane Şâhidî görmüş. Biri yazarken diğeri ciltliyor ve bir araya getiriyormuş ve gecenin sabahında Kur’an-ı Kerim Padişah Kanuni Sultan Süleyman’a takdim edilmiş.
Muğla gezim kapsamında Kırkağaç İmam Hatip Lisesi’nde hocamız olan Muğlalı olup ve Muğla’da ikamet eden Mehmet Mersin hocamı da ziyaret ederek gönlünü almaya çalıştım. Uzun ve hoş sohbetinde Şâhidî İbrahim Dede Hazretlerine de değinerek Muğlalıların bu mübarek zatı tanıyamadıklarını ve doğru düzgün tanıtamadıklarını söyledi. Kendisi bu konu da birkaç çalışma yapmak istese de gerekli desteği tam olarak alamadığı için fazla bir şey yapmamanın derin üzüntüsü içinde olduğunu ifade etti. Hakikaten Şâhidî İbrahim Dede Hazretleri tanınması ve bilinmesi gereken bir zat. Türbesini ziyaret ederek tanıma fırsatı bulmuş olmam beni oldukça mutlu etti.
Son söz olarak Şâhidî İbrahim Dede Hazretlerinin türbenin içerisinde kendisine ait bir eserinde yer alan söze yer vererek yazıyı noktalayalım:
“Gedayem Şâhidî Mevleviyem,
Diyarı Menteşe’de Muğlaviyim,
Bihamdollah ki Merd-i maneviyem,
Ki Gavvas-ı Bihar-ı Mesneviyem,
Şâhidîye her kim ederse dua,
Ede mahşerde şefaat Mustafa.”