Bu yazımızda bir memleketteki töreden yola çıkarak tecrübenin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışacağım. Öncelikle bu töreyi kısaca hatırlatmak istiyorum. Vakti zamanında memleketin birinde bir töre varmış. Her şey bu töreye uygun yapılırmış. Bu töreye göre elden ayaktan çekilip üretim dışı kalmış yaşlılar, ücra bir köşede ölmeye bırakılıyormuş! Töreye uymayanlar ise ceza olarak hayattan koparılıyorlarmış! Uygulama öylesine katıymış ki, buna karşı çıkmak kimsenin aklının ucundan bile geçmiyormuş. Bu ülkede bilge bir adam ve onun babasını çok seven bir oğlu varmış. Adam belirli yaşı aşınca, oğlu onu sırtlayıp, ormanın derinliklerinde bir yere getirip bırakmış. Tam dönecek iken;
“Baba şimdi nasıl geri döneceğim, ormandan çıkışı nasıl bulacağım” diye babasına sormuş. Babası;
“Oğlum” demiş. “Sen beni sırtında taşır iken, ağaçlardan kuru dalları koparıp, geçtiğimiz yerlere bıraktım. Onları izleyerek yolunu kolayca bulursun!”
Oğul içinden “Bu adama kötülük yapılır mı” diye geçirerek koyulduğu yolculukta kuru dallar sayesinde kolayca evine ulaşmış. Babasının ormanda açlık ve susuzluktan ölmesine gönlü razı gelmediğinden, töreye, yasaya aldırmaksızın yiyecek içecek götürmeye başlamış. Günler günleri kovalarken, oğul her gidişinde, babasını ülkede olup bitenlerden haberdar ediyormuş. Bir gün tellallar yollara dökülüp “Her kim tokmaksız davul çalmayı başarırsa, hükümdarımız onu vezir yapacak” diye bağırmaya başlamışlar.
Oğul doğruca babasının yanına gidip bunu babasına iletince, yaşlı adam “Bundan kolay ne var oğlum” demiş. “Davulun içine arı doldur, hükümdarın huzuruna çıkınca, davulu yuvarla, yeter!” Oğul da bunu yapmış ve vezirliği kapmış. Doğal olarak bunu babasından öğrendiğini de kimseye söylememiş. Günler geçmiş, devran dönmüş, tellallar yine yollara koyulup “Her kim külden urgan yapmayı becerirse, padişahımız ona sadrazamlık verecek” diye duyurmuşlar. Oğul yine bunu sormak için babasına koşmuş. Bilge adam, oğluna;
“Oğlum! Urganı taşa koyar üzerine gazyağı döküp tutuşturursun. Al sana külden urgan.” demiş. Böylece oğul babasının dediğini yaparak sadrazamlık mührünü bu kez de kimseye kaptırmamış. Aradan bir süre geçtikten sonra yeni bir duyuru yapılmış. “Her kim kâğıtta ateş taşırsa, hükümdarımız kızını ona verecek. Koca ülkede hiç kimse buna çözüm bulamayınca oğul, yine soluğu babasının yanında almış. Bilge adam bu soruna da çözüm bulmuş. Ve oğluna şöyle demiş:
“Çok kolay oğlum! Kâğıttan bir fener yapar, içinde de mum yakarsın. Al sana kâğıt içinde yanan ateş” demiş.
Oğul babasından aldığı bilgi ile bu sınavı da başarıyla geçince padişah ona:
“Sen bunları kendi aklınla çözemezsin. Bu işin sırrını açıklarsan hem kızımla seni evlendireceğim hem de sana hiçbir ceza vermeyeceğim” demiş. Babasını çok seven kadirbilir oğul da her şeyi açıkça anlatmış. Padişah dikkatle dinledikten sonra: “Demek ki yaşlılarımızın beden güçlerinden değilse bile, akıl ve deneyimlerinden yararlanabilirmişiz” diyerek, bu akıl almaz töreyi kaldırmış.
Hayat tecrübelerin bileşimidir. Yaşadığımız sürece her an bir konu hakkında yeni tecrübeler ediniriz. Edindiğimiz bu tecrübeler bizi olgunlaştırır. Dolayısıyla yaşlı kimseler yaş aldıkça tecrübe birikimleri artar, fiziki olarak hayatta tutunabilmeleri zorlaşsa da bilgi, birikim ve tecrübeleri hem kendilerini hem de gelecek kuşakları ayakta tutarlar. Geçmişte yaşadıkları ile geleceğe ışık olurlar. Bundan dolayı da yaşlılara, büyüklere her diam hürmet ve sevgide kusur etmemeliyiz. Onların bilgi ve birikimlerinden her daim istifade etmesini bilmeliyiz. Güzel bir hayat yaşayanların, güzel yaşlanacağını vurgulayarak yazımızı meşhur filozof Immanuel Kant'tın bir sözü ile tamamlayalım:
"Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır, ama görüş açınız genişler.”