Deniz üzerine kurulan ilk cami Kılıç Ali Paşa camii. İlginç bir hikayesi olan bu camiyi ve çevresini geçtiğimiz hafta ziyaret ederek cami ve Kılıç Ali Paşa hakkında detaylı bir bilgi sahibi oldum. Kıymetli dostumuz Muhammed Kuyucu hocam Nusretiye camiinden sonra Kılıç Ali Paşa Camii hakkında da birbirinden ilginç bilgiler edinmemi sağladı. Çoğu zaman önünden geçtiğimiz bu cami, hakkında bilgi edinilmesi gereken bir hazine adeta.
Cami ve Kılıç Ali Paşa hakkında öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak adına bu yazıyı kaleme alıyorum. Bir Mimar Sinan yapıtı olan cami hakkında bilgi vermeden önce Kılıç Ali Paşa kimidir kısaca onu tanıyalım.
Asıl adı Uluç Ali olan Kılıç Ali Paşa Osmanlı’da Kaptan-ı Deryalığa kadar yükselmiş denizlerin fatihi bir paşadır. 1500’lü yılların başlarında doğmuş olan Kılıç Ali Paşa aslen İtalya’nın bir köyü olan Kalabriyeli olup Giovanni Dionigi Galeni adını taşıdığı, çocuk denecek yaşlarda papaz olmak üzere Napoli’ye götürülürken Cezayirli Ali Ahmet Reis tarafından 1520 yılında esir alındığı rivayet edilmektedir. Önceleri kendisine verilen Uluç lakabı, Kuzey Afrika’da “Arap olmayan kâfir ve dinsiz” anlamındaki “ılc” kelimesinden gelmekte olup arşiv belgelerinde daha çok denizciler için “uluç ve Müslüman suretindeki kâfirler” şeklinde kullanılmakta ve casusluk yapan Hristiyan denizcilerini ifade etmektedir.
İtalyan asıllı Uluç Ali, Müslümanlar tarafından esir edildikten sonra İslâmiyet’i kabul edip denizciler arasına katılmış bir paşadır. Müslüman olduktan sonra hızla yükselmiş ve Osmanlı Donanmasının önemli komutanlarından biri olmuştur. Özellikle, İnebahtı Savaşı sırasında gösterdiği başarı ile bilinir. 1571 ile 1587 yılları arasında 16 yıl Osmanlı Donanmasında Kaptan-ı Deryalık yapmıştır. Sokullu Mehmet Paşa’nın yardımı ve isteğiyle Kılıç Ali Paşa 1572'nin ilkbaharında 250 gemiden oluşan yeni bir donanma hazırlayarak ve aynı yılın haziran ayında sefere çıkmış ve 1574 yılının mayıs ayında Sinan Paşa ile birlikte Akdeniz'e açılmıştır. İtalya ve Sicilya kıyılarını vurarak İnebahtı Savaşı’ndan sonra İspanya'nın geri aldığı Tunus’u La Gouletta kalesi ile birlikte otuz üç gün süren bir savaşın ardından yeniden ele geçirmiştir. Böylece bu kale Tunus Cezayir ve Trablusgarp'ın ardından Berberi kıyılarındaki üçüncü Osmanlı eyaleti olmuştur. 25 Haziran 1587 günü vefat eden Kılıç Ali Paşa adına Mimar Sinan’a yaptırdığı caminin haziresine defnedilmiştir
Büyük işler başaran Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’nın Mimar Sinan’a yaptırttığı caminin yer seçimi ve yapılış hikayesi de oldukça ilginçtir. Kılıç Ali Paşa adına bir cami yaptırmak ister. Bunun içinde dönemin Padişahı Sultan III. Murad’ın huzuruna çıkar ve kendisinden cami yaptırtacak bir yer ister. Birkaç kez Sultanın huzuruna çıksa da kendisine bir yer tahsis ettiremez. En sonunda Sultan, Kılıç Ali Paşa’ya:
“Sen deryaların serdarusun, var git muktedirsen camiini de derya üzre yap! Yoksa sana karadan bir karış yer vermem!” der. Bunun üzerine Kılıç Ali Paşa:
“Hünkarım bizim evimizde, mekanımızda deryalardur; o halde mabedimizin de derya üzre inşası uygun olur!” diye cevap verir.
Bu diyalog üzerine Kılıç Ali Paşa derhal harekete geçer. Bugün caminin bulunduğu yer Tophane karşısında bir sahildir. Burası o dönemlerde bugünkü araç trafiğinin olduğu yol dahil denize dahil bir yer imiş. Yani oralar hep denizmiş. Devrin ünlü mimarı Mimar Sinan ile birkaç kez bölgeyi keşfettiren Kılıç Ali Paşa en sonunda denizi doldurarak bir cami yaptırmaya karar verir. Tophane rıhtımının kenarına taş, toprak, moloz yığılarak caminin inşasına başlanır. Böylelikle, Kılıç Ali Paşa Camisi deniz üzerine kurulan ilk cami olma özelliği taşımaktadır. Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’nın Mimar Sinan’a yaptırdığı İstanbul’un Tophane semtinde bulunan camideki iki kitabeye göre, yapımı 1580 yılıdır. Cami, türbe, medrese ve hamamdan oluşan bir külliye şeklindedir. Camideki kubbenin iki yanındaki yarım kubbeler, diğer iki yanındaki kemerler ve destek duvarlarıyla Ayasofya’nın küçük boyutta bir minyatürüdür. Mimar Sinan’ın Ayasofya'yı model almasının ardında da bir hikâye yatmaktadır. Yine o dönemde Padişah Mimar Sinan’dan Ayasofya’yı güçlendirmesini ister. Ayasofya’nın nasıl yapıldığını bilmeyen Mimar Sinan Padişah’a Hünkarım Ayasofya’ya dokunursak yıkılır. Benim önce onun benzeri bir cami inşa etmem gerekir ki böyle bir şeye kalkışabileyim der. O cihetle Mimar Sinan Kılıç Ali Paşa Camiini yapar iken Ayasofya’yı model alır kendisine. Cami plan şeması açısından Osmanlı cami tipolojisinde önemli yer tutan ve daha erken örnekler olan İstanbul 2. Beyazıt ve Süleymaniye Camilerine benzerlik gösterir. Mimar Sinan gelenekselci bir yaklaşım içinde olduğunu burada göstermiştir. Caminin sakıflı son cemaat yeri ise başka Osmanlı sanatı eserleri olan Üsküdar Mihrimah Sultan Cami ve Atik Valide Sultan Camileriyle benzerlik göstermektedir.
Caminin yapılış hikayesi gibi müştemilatındaki hamamın yapılmasında da ilginç bir hikâye vardır. Kılıç Ali Paşa, Tophane’de yaptırmakta olduğu cami inşaatını ara sıra kontrol edermiş. Bir gün yine inşaata gelmiş, işçilerin çalışmasını kontrol eder iken, bir ara gözü bir ameleye takılır. Güzel yüzlü, saf bir Anadolu çocuğu olan bu amele, sırtına kocaman bir taş almış, iskelenin basamaklarından yukarıya kadar çıkıyor, oraya varınca taşı yere koyacağına tekrar iskeleden aşağı iniyormuş. Burada taşı yere koyuyor, sonra tekrar sırtına alıp yukarı çıkıp, tekrar aşağı iniyormuş. Bu durumu fark eden Kılıç Ali Paşa, bu genç amelenin yanına varıp niçin böyle yaptığını sormuş. Kılıç Ali Paşa’yı tanımayan bu genç:
“Efendi Baba, ben burada ameleyim, ücretle çalışıyorum. Üstelik bu inşaat mübarek bir cami inşaatıdır. Ben ise bu gece elimde olmayarak kirlenmişim. Şu vaziyete gusletmem icap etmektedir. Halbuki buralarda bir hamam yok, mesai de başladı. Bırakıp uzak bir yerdeki hamama gitsem, iş geri kalacak ve alacağım ücret bana helal olmayacak. Böyle kirli bir vaziyette de bu taşın cami duvarına konmasına da gönlüm razı olmuyor. Bu yüzden çok müşkül durumdayım” der. Bir amelenin bu samimiyet ve sadakati Kılıç Ali Paşa’yı duygulandırır. Kendisini tanıtır ve amelenin eline bir miktar para vererek başka bir semtteki bir hamama onu gönderir. Sonra caminin mimarı Koca Mimar Sinan’ın yanına giderek:
“Mimarım, muradım odur ki, acele olarak hamam inşa oluna. Bırak cami inşaatımız biraz geri dursun. Evvel hamamı inşa ile Ümmet-i Muhammed’in istifadelerine, Allah rızası için bilâ ücret hizmete âmâde kılalım. Sonra camiyi tamamlarız” der. Ve böylelikle hemen hamam inşasına başlanır. Hamamın bitirilmesinden sonra da cami inşaatı tamamlanır. Bir dönem ecnebilerin eline geçen bu hamam bugün ücretli bir şekilde bir iş adamının işletmesi olarak hizmet vermeye devam etmektedir. Aslında bir hayır eseri olan bu cami ve müştemilatındaki hamam tekrar bilâ ücret hizmet verse ya da caminin ihtiyaçları karşılanacak bir vakfiye şeklinde devam etse ne güzel olurdu.
2011 yılında ciddi anlamda restorasyon geçiren cami, türbe ve hamamı ile İstanbul'un çok değerli hazinelerinden birisi durumundadır. Kılıç Ali Paşa Camii daha dış kapısından adımınızı attığınızda sizi büyülemeye başlıyor. Zira giriş kapısındaki dıştan geçmeli içten ise sanki yapıştırılmış gibi duran mermerler, görenleri oldukça şaşırtıyor. Dış avludan ağır adımlarla ilerleyip iç avluya girerken taşların bile adeta Allah’ı zikrettiğine şahit oluyorsunuz.
Bu satırlar vasıtasıyla 440 yıldır ayakta duran Kılıç Ali Paşa Camii’ni ne kadar tanıtmaya çalışsak da eksik kalır. Eski İstanbul diye tabir edilen Fatih ilçesine Galata Köprüsü ile bağlı Beyoğlu ilçesi, Tophane semtindeki cami, tarihi doku içerisindeki müstesna mimarisiyle cezbeden duruşuyla, siz ziyaretçilerini beklemektedir. Camiyi ziyaret ederken bir rehber eşliğinde ziyaret ederseniz doğru ve güzel bilgiler edinmiş olursunuz.