Geleceğimizi resmen gözümüzün içine baka baka, bizi kandırarak/avutarak çalıyorlar. Çocuklarımız avucumuzdan kayıp gidiyor. Ruhsuzlaşıyor, mekanikleşiyor, bencilleşiyor. Nefret dolu bambaşka bir toplum şekilleniyor gözlerimizin önünde. Çocuklarımızı bizden kopardılar. Biz de buna gönüllü olduk, farkında mıyız?!
Bizi derin köklerimizden kopardılar. Bizi, şerefli, onurlu, haysiyetli, diğergâm, merhametli, hayırhah, haksızlığa karşı duran, ötelerin ötesi için çalışan fertler olarak yetiştiren medeniyet değerlerimizden uzaklaştırdılar. İnsanlık için rahmet olarak gönderilen Nebiler Nebisi, Kutlu Elçi Hz. Ahmed-i, Mahmûd-u Muhammed Mustafa Aleyhisselâtü ve's-Selam Efendimiz'in öğretilerini itibarsızlaştırma/değersizleştirme çabalarını, sinsice planlayıp uyguladılar. Üzülerek gözlüyoruz ki; bugün geldiğimiz noktada, Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhisselam'ın Veladet Gecesi'ni müslümanlar olarak heyecanla, coşkuyla, sevinçle ifâ ettiğimiz sırada, zavallı aklınca(!), Rasûllullah (Sallahü Aleyhi Vesellem)'le alay edip hakaret eden bir gençlikle karşı karşıyayız.
Namaz kılanlara ellerindeki çivili sopalarla saldırarak, karanlık çağlardaki pagan vahşetini örnekleyen bir gençlikle karşı karşıyayız.
Annesine, babasına, komşusuna, hocasına, yaşlıya, içinde yaşadığı toplumuna, ülkesine nefret kusan, terör estiren, öldüren bir gençlikle karşı karşıyayız.
Büyük hayaller kurardık oysa biz. Rûyalarımız insanlık için 'Kızıl Elma'larla süslüydü her asır. Alparslanlarımız, Selahaddin Eyyûbilerimiz, Fatihlerimiz kadar Gazâlilerimiz, Yûnuslarımız, Mevlânâlarımız ve daha nice nice binlerce bilim, ilim, kültür, sanat, mimari, askeri ve dînî öncülerimiz vardı. Çağ açıp, çağlar aşıp, insanlığı mutlu eden, Hakikatle buluşturan bir medeniyet inşa etmiştik. Dünyaya, sömürmeden adalet ve merhamet götüren kadîm medeniyetimizin değerlerini hediye ederek, barışı, selameti, huzuru ve güvenliği hâkim kılan bir düzen kurmuştuk.
Peki şimdi?
Hayallerimizi, rüyalarımızı yok ettiler önce. Köklerimizden kopardılar her türlü nefse hitap eden entrikalarla. Keriman Halis'e ilk güzellik yarışmasında birinciliği vererek; "Osmanlı'yı şimdi dize getirdik" deyip sevinç çığlıklarıyla kutlamalar yaptırarak kopardılar bizi kadim değerlerimizden. Koptukça da ruhsuzlaştık. Omurgamızı kırdılar. Ne kültürümüz kaldı yaşayan ne de değerlerimizi hatırlatıp toplumun önüne koyan entelijansiyamız.
Hele de bir eğitim sistemimiz var ki; neresinden tutulup neyi düzeltilir meçhul. Sömürge ülkelerindeki eğitim sistemlerine taş çıkartacak kadar; istikbalimizin teminatı çocuklarımızın zihinlerini felç, ruhlarını iğdiş eden bir sistem.
Çocuklarımıza hiçbir değer, heyecan, coşku ve ufuk sunamayan, ruhsuz bir eğitim sistemi.
Ülkeye dair, ümmete dair, insanlığa dair hiçbir gelecek vaat etmeyen, geleceği inşa edecek bir vizyon ortaya koyup misyon yüklemeyen, saçma sapan yapılanmış, ne karga ne saksağan olmuş bir eğitim sistemi.
İçinde yaşadığı topluma dair, kardeş olduğu mü'minlere dair, sömürülen kan ve zulmün kol gezdiği mazlum coğrafyalara dair, insanlığa dair hiç bir hayal kurmayan, rüyaları olmayan,
bütün hedefi, bu dünyaya ait konfor/lüks olan ve bencilce daha çok para kazanma, kısa yoldan köşeyi dönme ve hava atma sevdalısı vahşi popüler kültürün esiri, vandalist gençlik yetiştiren bir eğitim sistemi.
Ailesine, ülkesine, insanlığa ve ötelerin ötesine dair bütün iddialarını yitirmiş, bütün ideallerini kaybetmiş, ailesine, içinde yaşadığı toplumuna, medeniyet köklerine yabancılaştırıcı, ilkesiz, ruhsuz, yoz ve sığ bir gençlik ortaya çıkaran ufuksuz bir eğitim sistemi.
Ve kirlenmiş, uyuşturucu, porno ve ruhsuzlukta dibe batmış batı uygarlığının çocuklarını bile, iğrençlikte kıskandıracak programlarla tertemiz zihinleri pisliğe, ruhsuzluğa, pornoya, eşcinselliğe özendiren bir medya rejimi, çocuklarımızı, gözümüzün içine baka baka elimizden alıyor, bizden, bizi biz yapan her şeyden koparıyor çalıyor.
Türkiye'nin en temel sorunu, bilinsin ki; eğitim sorunudur. En temel varoluşsal meselemiz budur. Bu temel sorunun çözümlerinin başında, her birimizin içimize dönüş ve kalbimize yolculuk gelmektedir.
Rahmetli Nurettin Topçu'nun, 'Türkiye'nin Maarif Davası' kitabından bir alıntıyla şimdilik bu yazıyı sonlandıralım:
"Bir memleketin gençliği, aşkın irşatlarıyla Allah’a kadar götüren yolu kalp âleminde aramıyorsa, o memlekette ilk aşkın beşiği olan aile mektebi yok demektir. İstediği kadar evliler olsun, analar ve babalar aile kuramamışlardır. O memleket gençliğini kaybetmiştir.
Bir cemaatin içinde yoksullara, sessiz sedasız hizmetten hoşlanan eller nasırlaşmışsa, yetimleri sevindiren bakışlar hırsla, velev cennet hırsıyla da olsa kararmışsa, o cemaatte din mektebi kurulmamış ve yıkılmış demektir. İstediği kadar dualar kubbeleri çınlatsın ve secdeler yerleri sarssın.
Bir şehrin insanları, kalabalığın bulanık dalgasından sık sık kaçarak kırlara, ormanlara ve akarsulara sığınıp da onlarla konuşmaktan hoşlanmıyorlarsa, o şehirde sanat mektebi açılmamış demektir. İstediği kadar sinemalara gidilsin ve ses sahneleri havaları titretsin.
Tekrar etmek gerekirse; mektep, ruha sunulacak iksirler halinde hakikatler üzerinde yapılan seçimle, alıcı gönüllerin birleştiği yerde vardır."
Fî Emænillæh.