Bu yazımızda sizlere Durali Yılmaz hocamızın Çilekeş Müslümanlar kitabında yer verdiği, Sahabe’den Süheyb-i Rumi’nin Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den işitip ölmeden önce Ashab-ı Kiram’a anlattığı ibretlerle dolu bir hikâyeyi nakletmeye çalışacağım. Allah Rasûlü, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuş:
“Vaktiyle bir hükümdar varmış, hükümdarın da bir sihirbazı varmış. Sihirbaz, ihtiyarladıktan sonra hükümdara demiş ki: Artık ben, yaşımı başımı aldım; ölümüm yaklaştı. Bana bir genç gönder de sihirbazlık sanatını öğreteyim. Hükümdar onun bu teklifini uygun bulmuş ve kendisine bir genç göndermiş. Sihirbaz, bu gence, sanatını öğretmeye başlamış. Fakat hükümdarın konağı ile sihirbazın evi arasında da yaşayan bir zâhid varmış. Sihir öğrenmeye başlayan genç, bir gün bu zâhide uğrayarak onu dinlemiş ve onun sözlerini beğenmiş. Genç, zâhidin sohbetlerine öylesine dalmış ki sihirbaza gidememiş. Ertesi gün sihirbaza vardığında; sihirbaz ona: Niçin geciktin? diye sormuş. Bir taraftan da genci tokatlamaya başlamış. Genç sihirbaza hiç direnç göstermemiş ve ona hiçbir şey söylememiş. Sihirbazın yanından çıktığında, tekrar zâhide uğramış ve yine onun sözlerine dalıp gitmiş ve evine gitmeyi unutmuş. Eve vardığında vakit çok geç olmuştu. Bu kez de gencin babası geç kaldığı için onu dövmüş. Böylece iki azar ve iki dayak arasında kalan genç, sabahleyin soluğu zâhidin yanında almış. Durumu onu anlatarak ne yapması gerektiğini sormuş. Zâhid ona şöyle cevap vermiş: Sihirbaz seni dövmek istediği zaman, beni ailem bırakmadı, de. Baban, seni dövmeye kalkarsa, sihirbaz beni alıkoydu, de. Genç, zâhidin dediklerini yaparak her iki tarafında azarından ve sopasından kurtulmuş. Zâhidin sohbetini her iki tarafa da gecikme korkusu olmadan dinlemeye devam etmiş. Bir gün evinden çıkmış giderken, ırmağın üzerindeki köprüde bir canavarla karşılaşmış. Canavar, köprüyü tutmuş ve kimse köprüden geçemiyormuş, insanlar da iki tarafta bekleşiyorlarmış. Genç, bu fırsatı ganimet bilmiş ve şöyle demiş: İşte bugün işin doğrusu anlaşılacaktır. Bakalım zâhidin sözü mü, sihirbazın sözü mü Allah katında daha makbuldür? Genç eline bir taş alarak şöyle der: Ey Allah’ım zâhidin söyledikleri, senin katında sihirbazın söylediklerinden makbulse, şu atacağım taşla bu canavar ölsün ve herkes köprüden sağ salim geçsin! Sonra da elindeki taşı, canavara doğru fırlatmış. Taş canavarın tam kafasına isabet etmiş ve canavar cansız yere yuvarlanmış. Köprünün iki tarafında bulunan insanlar bunu görüp çok sevinmişler. Herkes köprüden geçerek yollarına devam etmiş. Genç de köprüden geçerek doğruca zâhidin yanına giderek yaşananları ona anlatmış. zâhid ona: “Oğlum! Sen, benden daha faziletlisin ama çok büyük imtihanlar geçireceksin. Bu imtihanlar sırasında beni ele verme benden kimseye söz etme” demiş. Genç, kısa sürede halk arasında giderek büyük şöhrete ulaşmış. Her türlü hastalığı iyileştiriyor, gözleri kör olanların bile gözlerini Allah’ın izniyle açıyormuş.
Bu sırada, hükümdarın yakınlarından birinin gözü bozulmuş. Hemen o da, bu gence gitmiş ona birçok hediyeler takdim ederek kendisine de şifa vermesini dilemiş. Genç, ona şu cevabı vermiş:
“Ben kimseye şifa veremem. Şifayı veren Allah’tır. Eğer sen Allah’a iman edersen, ben de Allah’a yalvarır ve senin için şifa dilerim. Hükümdarın yakını bunu kabul ederek Allah’a iman etmiş. Genç de Allah’a dua ederek, onun gözünün açılmasına vesile olmuş. Hükümdarın yakını iyileştikten sonra tekrar hükümdarın meclisine devam etmeye başlamış. Hükümdar, onun gözlerindeki arızanın gittiğini fark edince ona sormuş:
“Senin gözünü kim iyileştirdi ?
Cevap olarak “Rabbim” der hükümdarın yakını.
Hükümdar ise tanrılık iddiasında olduğu için “Yani ben mi iyileştirdim” der.
“Hayır, sen değil; senin de, benim de Rabbimiz olan Allah!
Bu söz üzerine Hükümdar;
“Senin benden başka nasıl Rabbin olabilir ki?
Hükümdarın yakını; “Hepimizin Rabbi Allah’tır.” der.
Bunun üzerine hükümdar, o adama kızar ve türlü işkencelere tabi tutar. İşkencelere dayanamayan adam, sonunda genci ele vermiş. Hükümdar, derhal o genci yanına çağırtmış ve ona şunları söylemiş:
“Sen, sihirbazlıkta o kadar ileri gitmişsin ki, körlerin gözlerini bile açabiliyormuşsun.” Genç, hükümdara şu cevabı vermiş:
“Hayır, ben kimseye şifa vermiyorum; şifayı veren ancak Allah’tır.”
Bunun üzerine hükümdar gülümsemiş, zira genci kendi seçerek sihirbaza teslim etmişti.
“Yani benim değil mi, şifayı veren?”
Gencin cevabı çok keskin olmuş:
“Hayır, Allah!”
Hükümdar gencin bu cevabıyla irkilmiş ve kaşlarını çatarak:
“Senin benden başka Rabbin mi var? Benden başka bir tanrı olduğunu nasıl söyleyebiliyorsun?” Genç büyük bir gururla;
“Evet var. Senin de benim de Rabbimiz olan Allah var.” diye haykırmış.
Bunun üzerine hükümdar, genci yakalatıp zincire vurdurmuş ve onu her türlü işkencelere tabi tutmuş. Genç bütün bu işkencelere metanetle sabrederek dayanmış ve kesinlikle de zâhidden hiç söz etmemiş. Ancak işkenceler o hale gelmiş ki genç dayanamaz hale gelmiş, gücünü iyice kaybetmiş ve zâhidin adını ağzından kaçırmış. Bunu duyan hükümdar, zâhidin derhal bulunup yanına getirilmesini emretmiş. Kısa bir süre sonra zâhid hükümdarın huzuruna çıkartılmış. Hükümdar zâhide sert bir şekilde bağırarak dininden vazgeçmesini ister. Zâhid dinin de ısrarcıdır ve dininden vazgeçmez. Bunun üzerine hükümdar bir testere getirtir ve bununla zâhidin başını ikiye biçtirir. Daha sonra gencin gözlerini iyileştirmiş olduğu kendi adamını da huzuruna getirtir. Ona da dininden dönmesini söyler, Kendi adamı da reddedince, hükümdar, onun kafasını da testereyle ikiye biçtirir. En sonunda sıra gence gelir. Hükümdar bütün bu olanları seyreden gence haykırarak:
“Derhal dininden vazgeç!” der.
Genç hiç tereddütsüz “Hayır” cevabını verir.
Hükümdar, adamlarına şöyle bir emir verir:
“Bunu alınız, en yüksek dağın tepesine çıkarınız. Orada tekrar dininden dönmesini söyleyiniz. Benim tanrılığımı kabul edip dininden dönerse geri getiriniz. Eğer kabul etmezse dağın tepesinden uçuruma yuvarlayınız ki, paramparça olarak ölsün ve benim azabımın dehşetini görsün!”
Hükümdarın adamları, genci alıp yüksek bir dağın tepesine çıkartıp orada onu atacakları yeri araştırmaya koyulmuşlar. O esnada genç, ellerini kaldırıp şöyle dua etmiş:
“Allah’ım! Beni, bunların şerrinden sen koru!”
O anda, dağ sarsılarak hükümdarın adamlarını uçurumdan aşağı yuvarlamış. Genç sağ salim geri dönüp, hükümdarın huzuruna çıkmış. Hükümdar genci karşısında görünce hayretle ona sormuş:
“Sen nasıl oldu da geldin? Benim adamlarım neredeler?” Genç:
“Allah’ım beni, onlardan korudu, onları helâk etti, beni kurtardı.”
Hükümdar neredeyse çıldıracak gibiydi. Etrafındaki muhafızlara bağırarak:
“Bunu, bir sandığa tıkın. Bu sandığı alıp götürün. Bir gemiye binin. Tam denizin ortasına vardığınızda, ona dininden dönmesi için teklifte bulunun, yine kabul etmezse sandığı denize atın!”
Hükümdarın adamları, emredileni yapmışlar. Tam denizin ortasına vardıklarında gencin içinde bulunduğu sandığı suya atacaklardı ki, genç Allah’a şöyle yalvarır: “Allah’ım! Beni, bunların şerrinden koru!”
O anda müthiş bir fırtına kopar, gemi alabora olur ve batar. Geminin içindekilerin hepsi boğulur. Gencin içinde bulunduğu sandık da denize düşer. Dalgalar sandığı kıyıya kadar getirir ve böylece genç boğulmaktan kurtularak doğruca hükümdarın huzuruna gelir. Hükümdar, onu karşında görünce donakalmış. Ağzını açıp da tek kelime söyleyememiş. Bunu gören genç hükümdara şöyle seslenmiş:
“Sen, beni ancak bir şekilde öldürebilirsin. İstiyorsan bunu, sana söyleyeyim, yoksa beni öldüremezsin.”
Hükümdar, şaşkın bir vaziyette sormuş:
“Pekiyi, söyle bakalım nedir o?” Genç:
“Ahaliyi topla. Onların önünde beni bir ağaca bağla. Sonra benim sadağımdan bir ok al ve ‘bu gencin Rabbi Allah adına,’ diyerek oku bana at. İşte o ok, beni öldürecektir.” Hükümdar, bütün ahaliyi topladıktan sonra, genci bir ağaca bağlamış. Gencin sadağından aldığı oku, yayına koyarak, ‘bu gencin Rabbi Allah adına,’ deyip oku atmış. Ok, gidip gencin yanağına saplanarak gencin ölümüne sebep olmuş.
Bu durumu gören ahali, hep bir ağızdan bağırarak: “Biz, bu gencin Rabbi olan Allah’a iman ettik” diyerek imana geldiklerini haykırmışlar. Halkın imana gelmesi bu gencin başından geçenleri biliyor olmalarıydı.
Sonunda gencin istediği olmuş ve bütün herkes Allah’a iman etmişti. Hükümdar şimdi iyice şaşırmış ne yapacağınız bilemez olmuştu. Bu sırada, hükümdarın adamlarından biri, hükümdara yaklaşarak şöyle demiş:
“Gördün mü? İşte sonunda korktuğun başına geldi. Bütün halkın Allah’a iman etti ve böylece senin tanrılığın bitti!”
Hükümdar öfkeden kudurmuştu. Adamlarına haykırarak:
“Bütün yolları tutun! Kimse bu meydandan kaçamasın. Hendekler kazın ve içlerinde ateşler yakın. Benden başka ilah olduğunu söyleyenleri, tek tek hendeklerdeki harlı ateşlere attın!”
Hükümdarın dediği, adamları tarafından hemen yerine getirilir. Fakat insanlar Allah’ı inkâr etmektense ateşe atılmayı tercih ediyorlarmış. Bu sırada kucağında çocuğuyla bir kadın, ateş dolu hendeğin kıyısına geldiği esna da, çocuk hala annesinin göğsünü emiyormuş. Bir an kadın, tam ateşe atılacakken, tereddüde düşmüş, kendisini değil çocuğunu düşünerek tam dininden döndüğünü söyleyeceği sırada, annesinin göğsünden başını kaldıran çocuk dile gelip, şöyle demiş:
“Anneciğim, korkma! Elbette sen hak üzerindesin. Unutma ki, bu ateş seni cennete götürecektir!”
Bunu görenler şaşkına dönmüşler Bir an önce ateşe atlamak için acele etmeye başlamışlar. Artık Allah’ın dininin nûrunu söndürmek imkansızlaşmış. Bunu en sonunda hükümdar ve adamları anlamış oldular.
Bu olay bir hakikatin altını çizmek için büyük mana ifade ediyor. O hakikatte şu, Allah’ın dininin nûrunu söndürmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecek ve Allah mutlaka nûrunu tamamlayacaktır. Önemli olan bizim bu uğurda ne yaptığımızdır.