İnsan niçin yaratılmıştır?
Bu soruya en güzel cevabı yine bizleri yoktan var eden, yaratan Yüce Rabbimiz Mü’minûn süresinin 115. ayetinde şöyle buyurarak vermektedir:
“Bizim sizi, boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”
Yine Zariyat süresinin 56. ayetinde de şöyle buyurmaktadır:
“Cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler, diye yarattım.”
Bir kudsî hadis-i şerifte de şöyle rivâyet edilmektedir:
“Ben gizli bir hazine idim. Bilinmemi murâd ettim (mârifetime muhabbet ettim) de kâinatı yarattım.”
Bu ayetler ve kudsî hadislerdeki ifadelerde görüldüğü gibi Allah bizleri boş yere yaratmamıştır. Yaratılış gayemiz Allah’a hakkı ile kulluk etmek, Zât-ı Ulûhiyeti’ne muhabbet beslememizdir.
İnsanın yaratılmasında ilâhî hikmetlerden, gayelerden biri de, Allah Teâlâ’nın, hilkat san’at ve güzelliğine delil olabilecek bir zirve vücûda getirmek istenmesidir. Zîrâ insan bir yaratılış hârikası ve icadlar bedîasıdır.
İnsanoğlu dünya ve ahirette saadete erişebilmek için yaratılış gayesine uygun hareket etmeli ve bu doğrultuda bir hayat yaşamalıdır. İnsanın temel yaratılış gayesi Allah’a kulluk etmektir. Allah’tan başka otoritelere boyun eğmemektir. Hz. Adem’den günümüze kadar bütün insanlığın temel vazifesi Allah’a itaat etmektir. Allah’ın koyduğu nizami bozmadan asli vazifesini dosdoğru yapmaktır. Allah kâinatta her şeyin yerli yerinde olduğu mükemmel bir düzen kurmuştur. Kurduğu bu düzenle birlikte yeryüzünün ve gökyüzünün bütün nimetlerini insanoğlunun hizmetine sunmuştur. Onun için insan, bu düzen içinde kaos ortamı uygulamak, kendi menfaatleri doğrultusunda bir hayat sürme lüksüne sahip değildir. Bugün ne hazindir ki, insanlık yaratılış gayesinden o kadar çok uzaklaşmış vaziyette ki, dünyanın dört bir yanında kaos, kan, gözyaşı ve sefalet hiç bitmiyor. Bütün dünya nimetleri hepimize yetecek durumda olduğu halde sanki aç kalacakmışız endişesi içindeyiz. Elimizdeki bütün nimetleri başkaları ile paylaşabilmeliyiz. Dünya nizamının bozulmaması için bunun yapılması elzemdir. Eğer, insanlığın ebedi hüsrana uğramasını istemiyor isek, tek kurtuluş yolu olan tevhidi ve Allah’ın bizim için gösterdiği hayatı kendimize düstur edinmeliyiz. Bunun aksi ise hüsrandır.
İnsanoğlu “kulluk” görevini tamamlayıncaya kadar bu dünyada misafir bir yolcu gibidir. Misafirlik vakti dolduğunda dünya değiştirecektir. O halde madem yolcu gibiyiz, madem misafiriz, hayatımızı o şekilde düşünerek değerlendirmeli ve gideceğimiz ebedi asıl yurt olan ahireti daha fazla düşünerek, ahiret hayatına azık hazırlamalıyız. Bu dünyadan götüremeyeceğimiz şeylere değer vermemeliyiz. Yanımızda götüremeyeceğimiz şeyler ile çok fazla meşgul olmamalıyız.
Burada yeri gelmiş iken Şakik ile İbrahim Ethem Hazretleri arasında geçen şu diyaloğa yer verelim:
“Hicretin II. asrında birinin adı Şakik, ötekinin adı İbrahim Ethem olan iki veli yaşıyordu. Bu iki veli karşı karşıya oturmuş sohbet ederlerken, aralarında şöyle bir konuşma geçer:
Şakik: İbrahim Ethem hazretlerine dönerek şöyle sorar. “Nasıl yaşıyorsunuz?”
Bu soru karşılığında İbrahim Ethem hazretleri şöyle cevap veriri:
“Nasıl yaşayacağız? Bulursak şükrediyoruz, bulamazsak sabrediyoruz.”
Bu cevap sonrasında Şakik vakur bir şekilde şunu söyler:
“Bizim Horasan’ın köpekleri de böyle yaparlar.”
Bu cevap karşısında şaşırıp kalan İbrahim Ethem Hazretleri peki “Ya, siz ne yapıyorsunuz?” der ona.
Şaşik Hazretleri ise tarihe büyük bir ibret olacak şu söz ile karşılık verir:
“Biz mi? Bulursak bizden daha muhtaç olanlara veriyoruz. Bulamazsak şükrediyoruz.”
(Bulursak dağıtıyoruz, bulamaz isek şükrediyoruz) diye ifade eder.
Bu iki veli zatın aralarında geçen bu olaydan kendimize şöyle bir ders çıkartabiliriz.
Madem insan olarak yaratıldık; her halimiz, her davranışımız insanca olmalı, “ben” duygusundan sıyrılıp “biz” duygusuyla donanmalıyız. Aksi takdirde bu olayda bahsedildiği gibi “Horasan’ın Köpeklerinden” farkımız ne olur ki?
Son olarak şunu ifade edelim. İnsanın yaratılış gayesi; önce dosdoğru bir şekilde kulluğun hakkını vermektir. Sonra bildiği bütün hakikatleri başkalarına anlatmak ve hakkı tavsiye etmektir. Rehber olarak Peygamber Efendimiz Hz Muhammed (s.a.v.)’i bir model kabul edip, O’nun bütün tavsiyelerine harfiyen uymaktır.