Adalet, hakkın hukukun gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesini adaletle sağlayabiliriz. Bunun gerçekleşebilmesi için de temel hukuk kurallarına ihtiyacımız vardır.
Tarih boyunca ve eski çağlardan bu yana düşünürler adalet kavramı üzerine kafa yormuşlardır. Kutsal kitapların hepsinde de adalete dair ve adil olmaya ilişkin bölümler bulunmaktadır. Platon’a göre adalet en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralları arasındadır. Aristoteles ise adaleti, eşitlik olarak kavramı üzerinden değerlendirerek, herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir diyerek, bir hukuk düzeni güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir ifadesinde bulunur. 18. yüzyılda Aydınlanma Çağı düşünürleri ise adaleti daha dar anlamda değerlendirirler. Onlara göre hukuka ve hukuksal eşitliğe uygunluk adalet için yeterlidir. Ne var ki, hukuk düzeni her zaman adil olmayabilir. Günümüzde adalet kavramı içine sosyal adalette dahil edilerek adaletin kapsamı genişletilmiştir. Sosyal adalet denilince akılımıza, ekonomik, sosyal ve kültürel değerlerin dağılımındaki dengesizliklerin giderilmesi ve toplum içindeki zayıf ve güçsüzlerin devlet tarafından korunması ve onlara yardım edilmesini de ihtiva eder.
Adalet denilince akla ilk gelen hukukun üstünlüğüdür. Ancak tarihsel serüvene baktığımızda bu her zaman böyle olmamıştır. Ve çoğu zaman tam tersi üstünlerin hukuku şeklinde cereyan etmiştir. Toplumlar genelde bu yönüyle çoğu zaman adaletsizlikten yakınmışlardır. Yine tarihe baktığımızda asrısaadet, Dört halife dönemi, halife Abdülaziz zamanı ve Osmanlı Devleti’nde adalet tam anlamıyla uygulanmış hukuk öncelikli olmuş, kişiler üstün olduğu için hukukun önüne geçmelerine müsaade edilmemiştir. Adalet dediğimizde aklımıza iki önemli isim gelmektedir. Bunlardan birisi İran hükümdarlarından Nûşirevân bir diğeri de halife Hz. Ömer’dir.
Adalet timsali Nûşirevân ile Hz. Ömer ve Sa’d İbni Vakkas Hazretleri arasında geçen şu olay adalet kavramını bize çok güzel izah etmektedir. Hikâyeye göre:
Hz. Ömer ve Sa’d İbni Vakkas Hazretleri, İran’a at satmaya giderler, ancak bir grup genç atlarını gasp etmiş. Orada üzüntülü bir şekilde bir handa konaklarlar iken hancı yanlarına gelir ve neden üzüntülü olduklarını sorar. Onlarda olan biteni hancıya anlatırlar, hancı onlara şunu söyler:
-Bizim hükümdarımız son derece adildir. Gidin ona olayı anlatın. O muhakkak ya atlarınız bulur ya da bedelini size öder demiş.
Ertesi günü Hz. Ömer ve Sa’d İbni Vakkas Hazretleri, pazar yerine gidip her zaman oradan geçen hükümdarı beklemeye koyulurlar. Gerçekten de hükümdar Pazar yerine gelip tek tek halkın dertlerini dinlemeye başlamış ve onlara çözüm bulmak için gayret göstermiş. Sıra kendilerine geldiğinde başlarından geçen olayı hükümdar Nûşirevân’a anlatmışlar. Nûşirevân dikkatlice onları dineldikten sonra atları alanın oğlu olduğunu öğrenmiş. Onlara bir kese altın takdim etmiş ve atları da bulacağını söylemiş. Hz. Ömer ve Sa’d İbni Vakkas Hazretleri geri hana dönerek hancıya durumu anlatırlar. Hancı şaşkın halde benim bildiğim adaletiyle ünlü Nûşirevân böyle davranmaz, oğlu olunca adaleti rafa mı kaldırıyor. Ertesi günü hiddetli bir şekilde hükümdar Nûşirevân’ın huzuruna çıkmış ve suç işleyen başkası olunca cezalandırılır ancak oğlunuz olunca cezasız mı? Kalır. Bu nasıl adalet diye sorar:
Hükümdar Nûşirevân hiddetlenerek hancıya şunu söyler:
“Var git at sahiplerine söyle yarın şehri terk etsinler. Lakin biri şehrin kuzeyinden diğeri ise güneyinde çıkış yapsın.”
Ertesi günü atların değerini fazlasıyla alan Hz. Ömer ve Sa’d İbni Vakkas Hazretleri şehri denildiği gibi iki farklı çıkışından terk ederler. Ve tam çıkışta biri şehrin kuzeyine bir diğeri de güneyinde asılmış, atı alan ve hükümdara yanlış tercümanlık yapan iki kişiyi görürler. Böylece hükümdar Nûşirevân’ın adaletine şahit olurlar.
Aradan yıllar geçer Hz. Ömer Müslümanların halifesi olur. Sa’d İbni Vakkas da Mısır Valisi. Mısır’da insanların İslam’a alıştırıldığı dönemde bir cami yapılmasına karar verilir. Cami yapılması içinde en uygun olan arazi bir Yahudi’ye aittir. Yahudi kişi cami yapımı için arsasını vermek istemez. Onun rızası olmasa da cami yapımına başlanmıştır. Bir gün Müslüman komşusu Yahudi’yi üzgün vaziyette görür ve sebebini sorar. Yahudi komşusuna:
“Benim arsama rızam olmadan sizin valiniz cami yapıyor.” Müslüman olan Yahudi komşusuna Medine’ye git halife Hz. Ömer’e durumu anlat senin derdine mutlaka bir çare bulacaktır. Yahudi koskoca halife beni dinler mi hiç diye endişelenir ancak komşusunun tavsiyesine uyarak doğruca Medine’ye gider. Medine’de halife Hz. Ömer’i bulur ve derdini ona anlatır.
Hz. Ömer Yahudi’nin söylediklerini duyunca hiddetlenir ve celallenir. O an bir not yazarak Yahudi’nin eline tutuşturur:
“Var git bunu valiye ver” der.
Yahudi bu yazışmadan pek bir şey anlamaz. Derdinin çözülmediğini düşünerek üzülür ve halifenin huzurundan ayrılır. Doğruca Mısır’a gelir ve ümitsiz bir şekilde elinde not yazılı kağıdı vali Sa’d İbni Vakkas’a uzatır.
Vali halifenin gönderdiği not kağıdını eline aldığında enteresan bir olay olur. Notu okuyan vali titreyerek yerinden zıplar ve korku içinde hemen arsayı boşalttırır. Akabinde de Yahudi’ye güzel bir ev imar ettirir, bir miktarda yardımda bulunur. Yahudi olanlara çok şaşırır. Yaşadıkları karşısında şaşkındır. Yaşadığı bu durumu kendisini halifeye gönderen Müslüman komşusuna anlatır. O Müslüman komşusu da ona der ki:
“Halifenin verdiği kağıtta ne yazılıydı?”
“Bilemiyorum ama şöyle bir not yazılıydı.”
“Unutma ki ben Nûşirevân’dan daha adilim!
Gerçekten de Hz. Ömer’in adaleti, “Adalet güneşi” simgesiyle tarihe geçmiştir.
Yine Osmanlı döneminde de adalete dair önemli ve güzel örnekler yaşanmıştır.
Adalet toplumsal bir olgudur, toplumsal yükümlülükler açısından eşitlik ilkesine ya da hak eşitliği ilkesine dayanır, hatta toplumsal düzeyde haklar dengesidir.