Yazımızın girizgahına kültürün tanımını yaparak başlayalım. Kültür kavramına dair çok farklı tanımlar olmakla beraber, genel olarak şöyle tanımlanabilir.
Bir grup insanın bireysel ve toplu yaşamlarını anlamada, düzenleme de ve yapılandırma da kullandıklar bir inanç ve adetler sistemidir. İnsanların kendilerini kolektif bir bütün olarak algılamalarını sağlayan değerler, inançlar, dil ve iletişim sistemlerinin bütününü kültür diye ifade edebiliriz. Kültür denince genel olarak neyi anlamamız gerekir ?
Kültür, bir anlamıyla sanat ve edebiyat yapıtlarının alanını, bir anlamıyla insanlığın hepsinin ya da bir bölümünün düşünce üretimini ve bu üretimin birey tarafından özümlenmiş bölümünü, başka bir anlamda ise kültür belli bir insan grubunun ortak değerlerini ve inançlarını ortaya koyar. Bütün yönleriyle kültür hem maddi hem de manevi öğeleri ihtiva eder. İnsan sosyal bir varlıktır. Bu cepheden baktığımızda kültür, sosyal ve toplumsal hayatımızın önemli bir yönünü ortaya koymaya yarar. Kültür olmaksızın insanlar arasında ilişki kurulabilmesi oldukça güçtür. Kültür olmasa sosyal düzenin kurulabilmesi ve sürdürülebilmesi çok mümkün değildir.
Britanyalı ünlü Antropolog ve Kültürel Antropoloji’nin kurucusu Edward Tylor kültürü şöyle tanımlamaktadır: “İnsanın kendinde taşıdığı ve biyolojik olmayan bir yoldan yeni kuşaklara aktardığı karmaşık bir bütün.”
Türk düşünce hayatına önemli katkılar sunan ve Türk sosyolojisinin öncü isimlerinden, temel taşlarından biri olan Ziya Gökalp’de kültürü şöyle tanımlamaktadır:
“Kültür, halkın geleneklerinden, göreneklerinden, örf ve adetlerinden, sözlü ve yazılı edebiyatından, estetik ve iktisadi ürünlerinden oluşur. Kısaca bir milletin dili, dini, ahlaki, hukuki ve estetik hayatlarının ahenkli bir bütünüdür.” Bu tanımlamadan sonra Ziya Gökalp kültürü bir milletin en temel taşı olarak görmektedir. Buradan yola çıkarak da, kültürün milli olması gerektiğini vurgular.
Bütün bu tanımlamalardan yola çıkarak kültürel noktada ne durumda olduğumuza bir bakalım. Değer yargılarımız ve geçmiş birikimlerimiz olan kültürel değerler noktasında maalesef her geçen gün zayıflamaktayız. Geçmişimizden, kültürümüzden uzaklaştığımız sürece geleceğimizi de doğru kurgu üzerine inşa etmekte zorlanmaktayız. Tarihini, geçmişini ve kültürünü tanımayan toplumlar gelecek inşa edemez. İnşa edememekle birlikte kendilerine bir yön belirleyemezler. Kültürel değerlerimize o derece bağlı olmalıyız ki bizi biz yapan değerler ile aydınlık geleceğe yürüyebilelim. Bunun en temel noktalarından birisi de dildir. Bugün ecdadının dilini okuyamayan, alfabesine uzak, ecdadının yazdığı ve yaptığı eserlere yabancı gibi bakan bir toplum ile karşı karşıyayız. En azından temel bazı şeyleri okuyabilmek adına okullarımızda hiç olmazsa lise düzeyinde zorunlu olarak Osmanlıca dersi konulabilinir. Hatta mümkünse ortaokulun ikinci yarısında ders olarak okutulmaya başlanabilinir. Osmanlı Türkçesi dil anlamında çok zengin bir dildir. Birçok dilden etkileşerek bir hazine noktasına gelmiş edebiyat ve sanat alanında muhteşem eserler verilmesine vesile olmuştur. Dil dışında önemli bir kültür öğesi gelenek, örf ve inançlarımızdır. Bugün maalesef bu yönde de oldukça zayıf noktadayız. Dünyaya sanat, edebiyat ve mimari alanda muhteşem eserler bırakan ecdadın torunları o ecdadın inanç değerleri, örfleri ve geleneklerini iyi tanımalı ve onlara bağlı kalarak kendimizi günün teknolojik imkanlarıyla bütünleştirerek geliştirmeliyiz. Her alanda inanılmaz incelikler barındıran hayatlarını kendimize rehber edinmeliyiz. Hayatı yaşarken nezaket dolu yaşamalıyız. Saygı ve sevgi çerçevesinde birbirimizi anlayarak, birbirimize değer vererek bir hayat kurgulamalıyız. Hiç kimse kendisini başkasına karşı üstün görmemelidir. Üstünlük vesilesi olarak nezaket çerçevesinde, olgunlukla, karşısındakinin fikrine, ilmine, yaşam tarzına duyacağı saygıyı koymalıyız. Geçmişten gelen kültür kodlarımızı yeniden kuşanarak, bugünde sanatta, ilimde, edebiyatta ve mimari alanda başarılı işlere imza atmalıyız. Teknolojiyi en iyi kullanarak, hatta teknolojiyi kendimiz üreterek bilim alanında, yazılım alanında duayen insanlar yetiştirme gayreti içine olmalıyız. Bunu yapabilmemiz için ilk önce kendi değer yargılarımızı tekrar kuşanmamız gerekir.
Şunu asla unutmayalım kültürler her zaman yaşadıkları çevreden etkilenirler. Öncü olan ve güçlü olan milletler kültürel olarak diğer milletleri peşlerinden sürüklerler. Bugünde yaşadığımız olay aslında bundan ibaret. Egemen güç olan Batı dünyası ve Amerika’nın kültürel emperyalizmi hepimizi kuşatmış vaziyettedir. Özellikle de genç nesilleri daha çok etkilemektedir. Bundan etkilenmemek neredeyse imkansız gibi. Etkisini en aza indirmek veya kültürel olarak bizlere daha fazla zarar vermesinin önüne geçebilmek için yapmamız gereken kendi değer yargılarımız, kendi kültürel kodlarımızı bir zırh gibi kuşanmak.
Önemli Türk sosyologlarından birisi de Mümtaz Turhan’dır. Ona göre kültür, bir cemiyetin sahip olduğu maddi ve manevi öğelerden oluşan bir bütündür. O nedenle kültürün dil, değer, inanç gibi manevi yönlerinin yanı sıra mimari, kılık kıyafet, alet edevat, film, müzik ve edebiyat gibi maddi yönleri bulunur. Burada belirtilmesi gereken önemli bir noktada, kültürün maddi ve manevi yönleri arasında iç içe geçmiş bir ilişkinin olduğudur. Bir toplumu oluşturan insanlar ile bir başka toplumu oluşturan insanlar arasında nasıl bir etkileşim olacağını bize yine kültür öğretir. Yere, zamana ve karşımızdaki insana göre nasıl davranmamız gerektiğini bulunduğumuz toplumun kültüründen öğreniriz.