Bugünkü yazımda GARİP hayatımızdaki büyük değişikliğe vurgu yapan ve insanlığı yavaş yavaş, sessizce küresel güçlerin hegomanyasının içine iten bir ibretlik hikâyeyi aktarmaya çalışacağım. Ümit ederim ki hikâye okunduktan sonra ders çıkartılabilinir. Ve hayatımızın geri kalan kısmında kendi kontrolümüzde bir hayat sürebilmek için bir çaba içine gireriz.
Hikâye Lev Tolstoy’un yüzyıllar önce yazdığı “İçimizdeki Şeytan” isimli eserinde geçen “Yumurta Büyüklüğünde Tohum”. Bu ibretlik hikâyeye Kemal Özer hocam Deccal Tabakta isimli kitabında da yer vermiş. Beni derinden etkileyen bu ibretlik hikâye ile sizi baş başa bırakıyorum.
Bir gün çocuklar hendekte oynarken yumurta büyüklüğünde, ortası yarık, tohuma benzeyen bir şey buldular. Oradan geçmekte olan biri, çocukların elinde bunu gördü ve beş kapik verip satın aldı. Şehre götürüp, nadir bulunan bir şey diye çara sattı. Çar, bilgeleri çağırıp bu şeyin ne olduğunu söylemelerini emretti. Bilgiler düşündüler taşındılar ama bu şeyin ne olduğunu bir türlü bilemediler. O sıra, pencere kenarında duran bu şeyi, bir tavuk pencereye sıçrayarak gagalamaya başladı ve ortasını oydu. İşte o vakit orada bulunan herkes bu şeyin bir tohum olduğunu anladı. Bilgeler çara bunun bir buğday tanesi olduğunu söyledi. Çar şaşırıp kaldı. Bilgilere bu tohumun nerede ve ne zaman yetiştiğini öğrenmelerini emretti. Onlarda kitapları karıştırdılar, uzun uzun düşündüler ama hiçbir şey bulamadılar. Çara gelip dediler ki, “Maalesef bu şey hakkında bir bilgi bulamadık. Kitaplarda da buna dair bir şey yazılı değil. Köylülere sormak lazım.”
Çar ihtiyar bir köylünün huzuruna getirmesini emretti. Hemen bir ihtiyar bulup çara getirdiler nokta koltuk değnekleri ne dayanarak zor güç yürüyen ihtiyar huzura geldi. Çar tohumu ona gösterdi. Fakat ihtiyarın gözleri iyi görmüyordu bu yüzden biraz gözlerinin, biraz ellerinin yardım ile tohumu tetkik etti.
Çar, “Dedeciğim! bu tohumların nerede, ne zaman yetiştiğini bilir misin? Sen tarlana böyle bir buğday ektin mi? Yahut ömründe hiç böyle bir şey satın aldın mı? dedi. İhtiyar neredeyse sağırdı. Bu yüzden denilenleri zorlukla işitip anlayabildi. Sonra dedi ki, “Hayır. Tarlama böyle bir buğday ne ektim ne de biçtim. Satın da almadım. Ben hep küçük tohum alırdım. Fakat babamdan bir soralım. Belki o, bilir.”
Çar ihtiyarın babasının çağırtmak için adam yolladı. İhtiyarın babası bir değneye dayanarak çarın huzuruna geldi. Çar ona da tohumu göstererek aynı soruları sordu. İhtiyarın babası biraz ağır işitiyordu. Fakat oğlundan daha çabuk anladı. “Hayır. Tarlama böyle bir buğday ne ektim ne de biçtim. Satın da almadım. Çünkü bizim zamanımızda para diye bir şey yoktu Herkes kendi ekmeğini yapardı. İhtiyaç olunca da aralarında paylaşırlarda. Böyle bir tohumun nerede yetiştiğini bilmiyorum. Bizim zamanımızda tohumlar bugünkülere göre daha büyüktü ama böylesini hiç görmedim. Babamın anlattığına göre onların zamanında bugünkünden daha iyi, daha iri buğdaylar yetiştirmiş; bir de ona soralım onlara sormalı.”
Bunun üzerine çar, bu ihtiyarında babasını çağırtmak için adam göndertti. Adamı bulup çarın huzuruna getirdiler. Adamcağız bir değneğe falan dayanmadan gayet iyi yürüyordu. Gözleri oldukça iyi görüyordu ve kulakları da iyi işitiyordu. Konuşması da gayet düzgündü. Çar ona tohumu gösterdi. İhtiyar tohumu evirip çevirdi ona iyice baktı ve, “Çoktandır bu buğdayları göremez olmuştum” dedi. Sonra tohumu dişiyle ısırdı ve bir parçasını ağzına alıp çiğnedi. “Evet evet, o dedi.
Çar, “Anlat bakalım ihtiyar. Bu tohumların nerede ve ne zaman yetiştiğini bilir misin? Sen tarlana böyle bir buğday ektin mi? Yahut ömründe hiç böyle bir şey satın aldın mı?” dedi.
İhtiyar dedi ki, “Bizim zamanımızda da bu buğdaylar her yerde yetişirdi. Bunlarla hem kendimiz beslenir hem de başkalarını beslerdik. Böyle buğdayları eker biçer ve harman ederdik.” Çar söyle bana ihtiyar, sen eker miydin yoksa satın mı alırdın?” İhtiyar gülümseyerek, “Bizim zamanımızda ekmek alıp satmak gibi bir günah işlemek kimsenin hatırına gelmezdi. Hiç kimse para mara bilmezdi. Herkesin kendine yetecek kadar ekmeği vardı” dedi.
Çar ona sordu, “Öyleyse söyle bana ihtiyar. Bu buğdayı nerede ekerdin, tarlan neredeydi?” İhtiyar, Bizim zamanımızda toprak Allah’ındı. Nerede çift sürersem orası tarlam olurdu. Toprağı paylaşmak yoktu o zamanlar. Hiç kimse ‘benim tarlam’ demezdi yalnızca emek için ‘benim’ kelimesi kullanılırdı.”
Çar, “İhtiyar sana iki şey daha soracağım “Birincisi: Böyle buğdaylar eskiden yetişiyordu da şimdi niye yetişmiyor? İkincisi: Torunun iki değnekle, oğlun bir değnekle yürüyor da sen ne için böyle sapasağlamsın. Gözlerin cam gibi parlak, dişlerin sapasağlam konuşman açık ve tatlı? Dedeciğim, bunların nedenini anlat bana.”
İhtiyar çara şu ibretlik cevabı verir: “Bunun sebebi şu: Çünkü insanlar kendi işiyle uğraşarak yaşamayı bıraktılar.Başkalarının işiyle uğraşır, başkaların haklarına göz diker oldular. Eskiden bugünkü gibi yaşanmazdı. Allah’ın emri doğrultusunda yaşanırdı. Herkes işiyle uğraşır, başkalarının işine göz dikmezdi.
Allah her şeyi yerli yerinde muntazaman, muhteşem bir dizaynla yaratmıştır. Ne ise o olmaya yanaşmayan tek varlık olan insan yasaklanan her şeye erişmeye çalışınca da tahrif etmeyi, yok etmeyi, hor kullanmayı adeta kendisine bir meslek edinmiş duruma geldi.
Tohum, dünyada yaşamın sürmesi için gerekli olan en önemli maddelerin başında gelmektedir. Bugünde Lev Tolstoy’un “Yumurta Büyüklüğündeki Tohum” isimli hikâyesinde anlatılanlar birebir yaşanmaktadır. İnsanoğluna ata tohumu diye bilinen tohumlar unutturuldu. Yerine “hibrit”, “GDO’lu” tohumlar verilerek hayatları kısırlaştırılmaya çalışılıyor.