Bir toplumu ve milleti ayakta tutan milli ve manevi değerleridir. Her toplumun kendi toplumu tarafından genel kabul görmüş değer yargıları vardır. Bu değer yargılarından uzaklaşılmaya başlandığında toplumun çöküşü kaçınılmaz olmaktadır. Şunu kabul etmeliyiz ki, tarih sahnesinde en uzun kalan milletler şüphesiz, millî ve manevî değerleri toplumsal dokusunda en iyi şekilde barındırabilen devletler olmuştur. Bireylerini millî, manevî ve ahlâkî değerlerine bağlı yetiştiren toplumların, çağın gereği olan gelişmelere de duyarsız kalmadıkları takdirde, başarılı olmamaları için hiç bir sebep yoktur.
Sosyoloji kaynaklarında değerler, sosyal hayatı açıklamak için kullanılan temel kavramlardan biri olarak kabul edilmektedir. Buradan hareketle öncelikle değerlerin tanımı yapılmalı ve neleri kapsadığı ortaya koyulmalıdır. Toplum hayatında insanın “sosyal olma” özelliği vardır. Bu özelliği sonucu insanda “toplumsal bilinç” oluşması gerekmektedir. Hiçbir fert bireysel davranamaz. Bütün toplumların ve milletlerin ortaya çıkmasında, medeniyetlerin oluşmasında maddi unsurlar kadar millî ve manevî değerlerde ön plana çıkmaktadır. Bütün toplumlarda öncelikle toplumun huzuru ve güveni düşünülmektedir. Bu huzur ve güven ortamını oluşturmak için elbette ortak değer yargılarına itminan gösterilmelidir. Ortak değerleri kısaca sıralayacak olursak; Dil, kültür, tarihi değerler, örf, âdet ve gelenekler, kutsal kabul edilen zaman ve mekânlar, bayrak, vatan, millî, manevî ve dini değerler vb. bütün bunlar toplumların medeniyet oluştururken, kültürel birikimlerini kazanırken ortak kabul ettikleri değerlerdir. Bu, bütün milletler için geçerlidir. Ancak her milletin farklı değerleri olsa da, bütün dünya milletlerinin de ortak kabul ettiği bazı değerler de vardır.
Bütün devletlerin temel amacı devleti oluşturan, varlığı kendi devletinin varlığına bağlı olan birey ve toplumun mutluluğunu, huzurunu ve kendilerini güvende hissetmelerini sağlamaktır yada vatandaşının temel ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bunu başarabilmek için de yapması gereken, oluşturduğu kurallar nizamnamesinde, yasalarda insanın fıtratında olan maddî ve manevî unsurları ve de gelenek, görenek ve kültürel değerleri de dikkate alarak hareket etmelidir. İnsan sosyal bir varlıktır. Kendisini hiçbir şeklide toplumdan soyutlayamaz. O nedenle bu kurallar nizamnamesine uyduğu sürece toplum içinde barışık bir hayat sürebilecektir.
Yukarıda yazımızın başında da ifade ettiğimiz üzere, milletleri ve toplumları ayakta tutan kültürel birikimi olan millî ve manevî değerleri zayıflayınca millet ve toplumların çöküşe geçmesi ve tarih sahnesinden silinmesi kaçınılmazdır. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Kur’an-ı Kerim’de bir çok ayette Rabbimiz bizlere ibret alabilelim diye geçmiş kavimlerin hayatlarından, hatalarından bahsetmektedir. Bununla birlikte milattan önceki dönemi göz önüne aldığımızda bir çok devletin, ortak değer yargılarını terk ederek, devleti yönetenlerin halkın üzerinde baskı oluşturdukları dönemlerde yöneticiler halkın isyanı ile karşılaşılmış ve başka milletlerin asimilasyonu ile de tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir.
Burada şu noktaya da temas etmekte fayda vardır. Bütün toplumlar ve milletler için geçerli olan bu hususu şöyle ifade edebiliriz. Elbette maddi kalkınma son derece önemlidir. Hatta olmazsa olmazdır. İlim, bilim, fen ve teknoloji alanında mutlaka üzerimize düşeni fazlasıyla yapmalı, bu yönde doğru çalışmalar yürütecek insanlar yetiştirmeliyiz. Ancak maddî gelişme için yapılacak faaliyetler millî ve manevî değerler feda edilerek değil, aksine birbiriyle içselleştirerek gerçekleştirilmelidir. Toplum bünyesine uygun, dil, din, âdet, gelenek, görenek ve kültürüne uygun projeler geliştirilmeli ve uygulanmalıdır. Toplumu maddî yönden kalkındırmayı amaçlayan projeler maddî kültür yanında manevi kültürünü de kapsamalıdır. Tek yönlü kalkınma asla mümkün değildir. İşte tam bu noktada değer yargılarımız devreye girmektedir. Bu sebepten dolayıdır ki, gelecek neslimizi tek yönlü yetiştirmemeliyiz. Nesiller manevi yönleri eksik olarak yetiştiklerinde, daha doğru bir ifade ile toplumsal değerlerden uzak sadece dünyevi meşgaleler ve dünya kaygısı içinde yetiştirildiklerinde tamamen bireysel ve bencil birer kişi olabilmektedirler. Halbuki o gençler bizim geleceğimiz ve gelecekteki varlığımızın teminatıdırlar. Geçmişten ders alacağız, geçmiş hataları tekerrür ettirmeyeceğiz ama geçmişte değerlerimize sahip çıkarak neler yapabildiysek gelecekte onlardan daha iyilerini yapabileceğimize onları inandırmalıyız.
İçinde bulunduğumuz çağda batı toplum ve medeniyeti büyük bir ahlâkî çöküntü içerisinde olmasına rağmen, elindeki teknolojik imkânlar ve yüksek ekonomik üretimin yardımıyla gelişmiş bir görünüm sergilemekte ve direkt veya dolaylı olarak gücünü kabul ettirmektedir. Ancak şu da bir gerçek ki dünya medeniyetine yön veren, İslâm medeniyeti olmuş ve ecdadımız İslâm’a hizmet ettiği sürece bu medeniyetin hamisi, başı ve sürükleyicisi olmuştur. Bugün çöküş noktasına gelmiş batı medeniyetinin dünyaya yön veriyor olması ilim, bilim, fen ve teknolojik alandaki üstünlüklerinden dolayıdır. En kısa zaman içinde İslam medeniyeti yeniden bu liderliği ve öncülüğü alacaktır. İşte bunun için ilim alanında yeniden inkişaf etmeliyiz. Teknolojiye biz hükmetmeliyiz. Bununla birlikte yüksek ahlak seviyesinde olmalıyız. Burada en önemlisi de bizi biz yapan değerlerimizi sımsıkı kuşanıp, bu değerlerimiz libas olarak üzerimizde görülmeli ve bütün toplum bu değerlere önem vermelidir. Arızî dünya sevgisi uğruna kişilerin kılık kıyafet ve yaşamlarına dair gösterdikleri üstünlüğe değer verilmemelidir. Bu konuyu Ziya Paşa çok güzel dile getirmiştir. “Altın işlemeli palan vursan eşek yine eşektir” diyerek insanın değeri üstüne giydiği elbiseyle, giyim kuşamla, parası ve puluyla, rütbe ve makamıyla ölçülemez bilakis değerlere verdiği önem ve insanlığı ile ölçülür demeye getirmektedir.
Asla unutulmaması gereken bir nokta vardır ki, o da şudur. Kaybedilen her değer toplum hayatından da bir şeyleri alıp götürmektedir. Kaybolan, anlamını yitiren her bir değerin yeri mutlaka daha sağlıklı bir değerle doldurulmalıdır. Aksi takdirde, zamanla toplumsal çöküşe ve bir milletin yok olmasına zemin hazırlamış olunur.