İnsanın hayatında ve kişilik gelişiminde dilin çok önemi vardır. Dili yeterli düzeyde olan insanlar birbirleriyle daha sağlıklı ve daha doğru iletişim kurabilirler. Dil canlı bir varlıktır. Bundan dolayı türlü etkilerle zaman içerisinde değişim geçirebilmektedir. Diller, tabii gelişim süreci içerisinde, başka diller ile de etkileşim göstererek zaman içinde birbirlerinden kelime alış verişleri ile ses ve şekil bakımından da kendini geliştirerek daha güçlü hale gelmektedirler. Güzel Türkçemiz, yaklaşık 10 bin yıllık bir süreç içerisinde gelişerek bugüne kadar gelmiş, köklü ve güçlü bir dil olarak yaşamaktadır.
Tarihsel sürecine baktığımızda dilimizin en güçlü olduğu anlar Osmanlı döneminde ve Divan Edebiyatı’nın zirve yaptığı zamanlardır. Özellikle Farsça ve Arapça ile de bütünleşerek o dönemin şair ve yazarları bugün bile gıpta ile okuduğumuz eserlerini ortaya koymuştur. Bugünün tabiri ile elit dediğimiz kitleler, saray mensupları, şairler ve eğitimli tabaka dışında kalan sıradan halk dediğimiz avam tabakası bile çok akıcı bir Türkçe konuşurdu.
Orta Asya’dan Anadolu topraklarına kadar geldiğimiz süre zarfında her uğradığı yerden kendisine bir şeyler katan güzel Türkçemiz, Osmanlı döneminde Arapça ve Farsça’nın etkisiyle daha da zenginleşmiş, Tanzimat döneminde ise Fransa ile olan etkileşim sonucunda Fransızca’dan da dilimize geçen kelimeler olmuştur. Daha sonra hızla batılılaşmanın etkisiyle İngilizce başta olmak üzere birçok Batı dillerinden dilimize geçen kelimeler olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar zengin bir kültür dili olan Türkçemiz git gide yabancı kelimeler ve yabancı kültürlerin etkisiyle zayıflamaya doğru yol almıştır.
Türk Edebiyatımızın meşhur, tanınmış şairlerinden Yahya Kemal Beyatlı; “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” ifadesiyle dilimize olan hayranlığını dile getirmiştir. Yine aynı şekilde Fazıl Hüsnü Dağlarca da “Türkçem benim ses bayrağım” diyerek dilimize verdiği değeri ortaya koymaya çalışmıştır. Dil, varlığın evidir. Dil bir milletin yüceliğine işarettir. Dilin kıymetini bilmeden, dilin zengin kelime dağarcıklarına sahip çıkılmadan ne fert, ne de toplum olarak ayakta kalabiliriz. Dilin zenginliğinin korunması bir yana geliştirilmesi gerekir.
Ancak ne hazindir ki, 1930’lu yıllardan sonra ve özellikle Latin alfabesine geçişle birlikte dilimize çok ciddi bir darbe vurulmuş. Dilimizi zengin kılan Arapça ve Farsça kelimelerin kullanımı yasaklanmış veya yerlerine uydurukça kelimeler getirilmeye çalışılmış. Bir ölçüde dilimiz kuşa döndürülmeye çalışılmış. Bir milleti yok etmek istiyorsanız onun dilini tahrip etmeniz yeterli olacaktır. Zaten Latin alfabesine geçişle birlikte yüz binlerle ifade edilen milletimiz bir gece de cahil bırakılmıştır. Yeni dönemle birlikte dilimizdeki tahribatın boyutunu tahayyül bile edemeyiz. Bugünde aslında bu tahribat bütün hızıyla devam etmektedir. Dili kullanan elit zümre bile özen içinde değil. Özellikle yabancı hayranlığı nedeniyle yabancı kelimeler kullanmak tutkusu hepimizin içinde var. Bundan dolayı da güzelim Türkçemiz giderek zayıflıyor. Bugün Türkiye’de çevre kirlenmesi, hava kirlenmesi, siyaset kirlenmesi olduğu gibi “dil kirlenmesi” de vardır. Toplumun dile olan duyarlığı her geçen gün kaybolmaktadır. Bu şekildeki bir vurdumduymazlık Türkçenin geleceği içinde büyük bir tehlikedir. Dilimize karşı bu özensizlik, sorumsuzluk, dili yanlış kullanarak ya da haddinden fazla yabancı kelimeye boğarak kullanılması sadece dar bir kesim tarafından değil, ne yazık ki devlet yetkilileri, aydın diye tanımlanan kesimler, eğitici öğretmenler tarafından da yapılmaktadır.
Dilimize yaptığımız en büyük kötülüklerden birisi de yabancı kültür istilasına kurban etmemiz. 1980’li yıllardan sonra yapılan en büyük yanlışlardan birisi de yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde öğretimin birbirine karıştırılmasıdır. Günümüz dünyasında yabancı dil öğrenmenin ve bilmenin önemi elbette tartışılamaz. Global dünyada, küreselleşme sürecinde artık ülkeler birbiriyle iç içe girmiş vaziyettedir. Başta uluslararası ticaret, turizm ve kültürel fikir alışverişlerinde yabancı dil olmazsa olmaz bir araçtır. Yabancı dil bir araç olarak değerlendirilmeli, amaç olarak görülmemelidir.
Ülkemizde nitelikli insan yetiştirmek istiyorsak, başkaların diliyle değil, kendi dilimizle, kendi kültürümüzle yetiştirmeliyiz. Kendi kültürünü ve dilini bilmeyen toplumlar, varlık amaçlarını da kaybetmiş demektir. Bir ülkenin kültürü ve dili tek başına ele alınamaz. Dil ülkenin sosyal, ekonomik, kültürel ve teknolojik yapısı ve özellikleri ile iç içedir ve onlardan ayrı düşünülemez.
Dilimizle ilgili en büyük sıkıntılardan birisi de son zamanlarda çok fazla rastladığımız tabela kirliliği. Büyükten, küçüğe işletmeler kendi firmalarını ve iş dallarını yansıtan tabelalar asarken korkunç bir yabancılaşmanın esareti altında olduğumuza şahit oluyoruz. Her yerde anlamını bile telaffuz edemediğimiz kelimeler ile yabancı kültürün bizleri nasıl kuşattığını görüyoruz. Bir dönem bu konu ile alakalı bazı serzenişler kamuoyuna yansımış olsa da bundan hala vazgeçilmiş değildir. Sanki Türkçe tabela asmak bir aşağılık kompleksiymiş gibi algılanır oldu. Aslına bakarsak asılan bu tabelalar ne Türkçeyi ne de doğru düzgün yabancı dildeki karşılığını ifade ediyor. Çoğu zaman bir ucube kelime ile karşı karşıya kalıyoruz.
Tarih boyunca gurur duyduğumuz dilimizi her geçen gün kuşa çeviriyoruz. Bugün güzel Türkçemizde 78 bin ana kelime olmasına rağmen, toplumun büyük çoğunluğu günlük hayatında ortala 400 civarında kelime kullanmaktadır.
Sonuç olarak şunu ifade edebiliriz. Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşayabilmesi için, dilimize gereken özeni göstermeliyiz. Yabancı kelimeler kullanma hastalığından vazgeçmeliyiz. Özellikle aydın kesimin bu konuda daha duyarlı olması gerekir. Dil alanında en etkili kesimlerin başında gelen eğitimciler ve öğretmenler daha çok bilinç içerisinde olmalıdır. Yine önemli bir konu olan 1930’lu yıllardan 1980’li yıllara kadar yürürlükte olan 5237 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 21. maddesi, çeşitli işyerlerinin kapılarına asılacak levha ve tabelaların Türkçe olmasını şart koşuyordu. 1980’den sonra yürürlükten kaldırılan bu yasa tekrar işlerlik kazanarak yürürlüğe konulmalıdır.
Son olarak şunu ifade etmeliyim. Dilimizin yozlaşmasının önüne geçilmesi, korunması ve yabancılaşmanın esiri olmaması için genel ve yasal bir düzenleme hazırlanmalıdır. Özellikle tabelalar konusundaki yasal düzenlemeler bir an evvel yapılmalıdır. Bugün dilimize sahip çıkmaz isek gelecek kuşaklara sağlam bir gelecek bırakamayız.