Vakti zamanında Kanuni Sultan Süleyman bir hastalığa yakalandığında şu veciz sözü ifade etmiş. “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” Bu veciz söz sağlık hakkında bugüne kadar söylenmiş en anlamlı sözdür. Gerçekten de sağlığımızı kaybettiğimizde, geçici bir hastalık anında, basit bir soğuk algınlığı, grip gibi vb. rahatsızlıklarımızda bile kendimizi halsiz hissediyor, hiçbir şey yapmak istemiyoruz. Onun için sağlık elden gitmeden, hastalıklar kapımızı çalmadan sağlığımızın kıymetini bilmeliyiz. Sağlığımızı korumak için hekimden önce kendi hekimimiz kendimiz olmalıyız.
Günümüzde ismini bile telaffuz etmekte zorlandığımız bin bir türlü hastalık çeşidi ile karşı karşıyayız. Genel anlamda hastalıkların ortaya çıkışı yediğimiz, içtiğimiz şeylerden kaynaklanmaktadır. Kısacası yanlış beslenme alışkanlıklarımız hastalıkları tetiklemektedir.
Hz. Ali (r.a.)’ın rivayetinde Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır. “Bütün hastalıkların kaynağı, birbiri üstüne yemek yemektir.” Yine bir başka rivayette Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır. “Ademoğlunun doldurduğu kapların en kötüsü midesidir.”
Sahabe-i Kiram da Hz. Peygamber Efendimizin bu tavsiyelerine son derece riayet ederlerdi. O dönemlerde yaşayan İranlı bir doktor kendisine günlerdir bir hastalık için kimsenin gelmediğini ifade ederek bölgeyi terk etmeden önce Allah Rasûlü Hz. Peygamber Efendimizi ziyaret ederek Sahabelerin niçin hasta olmadığını kendisine sual olarak tevcih eder. Bunun üzerine Hz. Peygamber efendimiz şöyle cevap verir. “Benim ümmetim iyice acıkmadan yemek yemezler. Yedikleri zaman da tıka basa değil, daha iştahı varken kalkarlar.” Bu söz üzerine İranlı doktor heyecanlı bir şekilde “İşte sağlığın şartı budur.” diye ifade eder.
Birçok hekim hastalıkların başlangıç noktasının bağırsaklar olduğunu üzerine basa basa ifade etmektedirler.
Günümüzde maalesef yediklerimiz bize şifa olmasının ötesinde, bizi hastalığa doğru sevk ediyor. Son dönemlerde tükettiğimiz gıdalar genelde işlenmiş gıdalar. İşlenmiş gıdalar belki ürünlerin raf ömrünü uzatıyor ancak bizleri maalesef hastalığa bir adım daha yaklaştırıyor. Bunun dışında toprakta üretilen tarım ürünlerinin birçoğu da maalesef kimyevi ilaçların gölgesinde yetişiyor. Bu kimyevi ilaçlar hem ürünün içine dahil oluyor, hem de topraklarımızın sağlıklı bir şeklide ekilebilmesinin önünü kesiyor. Sonrasında da sağlıksız yetişen ürünleri tüketen bizler de yıllar içinde ömrümüzün bir kısmını hastanelerde ve ilaç kullanarak devam etmek durumunda kalıyoruz.
Sağlık alanında yapılacak en önemli ve ilk iş insanları mümkün mertebe hastane ve hekimden uzak tutmaya çalışmak olmalıdır. Bunun yolu da doğru beslenmeden geçmektedir. Son zamanlarda birçok diyetisyene rastlıyoruz. Bunların doğru bilgi sahibi olanlarına kulak vermek gerekir. Uyarılarını dikkate almak lazım. Zira hastalıklı toplum bir devlet için çok yönlü kayıptır. Hasta bir insanın tedavisi için doktor, hastane ve doktorun tavsiye edeceği ilaçlar gerekecektir. Bütün bunlar da mali bir külfettir. Ayrıca hasta birey, hastalığı sürecinde iş yapamayacağı için iş kaybı da yaşanacaktır. O nedenle sağlık politikalarını geliştirirken sadece hastane inşa etmek, inşa edilen hastanelere doktor atamakla kalınmamalıdır. Ana hedef insanların hasta olmamalarını temin etmek olmalıdır. Bunun için gerekli tedbirler alınmalıdır. Burada değinmek istediğim bir konu da eskiden hastane yerine Şifahane ismi kullanılırdı. Yani hasta eden değil, şifa veren kurumlar idi. Şifahanelerde görev yapanlar da doktor değil hekim idi. Doktor kelimesinin Latince kökenlidir. Ve öğretmek, eğitmek anlamlarındadır. Hekim kelimesinin kökeni ise Arapça’dır. Hakim ve hakem ile benzer anlamlar taşımaktadır. Anlamı hüküm veren, olayı kontrol altına tutabilen, karar veren yani tıp alanındaki konularla ilgili karar verme yetkisinde olan, sağlıkla ilgili konuları kontrol altına alabilen, gidişatları değiştirebilen kişi anlamındadır. Aradaki anlam farkı bile hekimin bu isim için daha doğru bir terim olduğunu ortaya koymaktadır.
Hastaneler mutlak surette gereklidir. Orada görev yapacak her branşta doktora mutlak surette ihtiyaç vardır. Bu tür yatırımlar gereklidir ve mutlaka yapılmalıdır. Son yıllarda hükümetin bir hizmeti olan Aile Hekimliği doğru bir yaklaşımdır. Ancak bütün bunların ötesinde insanları hastaneye mahkum olmamalarını sağlayıcı adımlar da atılmalıdır. Bu noktada atılabilecek en önemli adım aile hekimi mantığı ile aile beslenme uzmanlarını görevlendirmek. Her hastane de beslenme uzmanlarını istihdam etmek. Beslenme uzmanları da doğru bir şekilde insanların beslenme alışkanlıklarını düzenleyici öneriler hazırlayıp kendileri ile paylaşmalıdır.
Eğer sağlıklı bir hayat sürmek istiyorsak ilk şart beslenme alışkanlıklarımızı düzeltmek olmalıdır. Beslenme alışkanlıklarını düzene sokmaya çalışırken doğal olarak, organik, tabii ve kimyevi ilaçlar ile beslenmemiş gıdaları tercih etmek durumunda kalacağız. Toplum olarak böyle bir talep ortaya çıkınca üreticilerde doğru ürünü üretmeye başlayacaklardır. Tabii olarak zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olan bu döngüde zincir halkalarını kopmadan hayatı sürdürmek istiyorsak herkes üzerine düşeni bi hakkın yapmalıdır.
Bir Özbek atasözünde “sağlıklı olmak istiyorsan az ye, saygın olmak istiyorsan az konuş” denir. Yine Sigmud Freud “ Bedenimizi hasta eden ruhumuzun baskısıdır” der. Hepimizin zaman zaman ifade ettiği bir söz vardır; “Midenin yerine gözün doysun. Mide zaten bir şekilde doyar.” Burada da az ve öz yenilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.
Yazımızı Jonathan Swift’in şu sözü ile noktalayalım.
“Dünyanın en iyi doktorları perhiz, sükut ve neşedir.”