Toplum olarak bugün geldiğimiz noktada ruh dengemiz iyice bozulmuş vaziyette. Herkes kendi menfaatleri doğrultusunda hareket eder oldu. Toplumun genelini ilgilendiren mevzulara sırt çevirir haldeyiz.
Batı dünyası ve yüzyılın başında ortaya çıkan Amerika, elele vererek 100-150 yıldır neredeyse bizi yok etme mücadelesi veriyorlar. Yok edemeseler bile “kendimize nasıl benzetebiliriz” diyerek üzerimizde çok ciddi ve planlı bir oyun sergilemekteler. 1900’lü yılların başında 1. ve 2. Dünya Savaşı yaşadık. Bu iki savaş ile dünyada kaos çıkartmaya çalışan batı dünyası bizi de hep bu kaosun bir parçası yapmaya çalıştı. Bir yandan baktığımızda Batı her geçen gün kendini geliştirirken bizim için uygun gördükleri oyuncaklar ile bizi gayet güzel oyalamaya çalıştılar. Bu oyuncakların başında demokrasi ve laiklik geliyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında 1950’li yıllara kadar bariz bir din düşmanlığı ve çok keskin bir laiklik anlayışını bize dikte ettiler. Biz bunlar ile oyalanırken batı kendini teknoloji ve sanayi alanında geliştirmeye devam etti. 1950’den sonra ise mantık değiştirdiler. Mantık değişti, lakin oyalama taktiği başka yöntemlerle devam etti. Din düşmanlığından biraz ılıman olmaya başladık ancak bu sefer dinin içini boşaltma gayretleri baş göstermeye başladı. Biraz dindar, biraz dindar olmayan bir tablo sergiler olduk. Günümüze değin uygulanan politika hep aynı minval üzerine devam etti. Sadece araç, vasıta ve yöntemler farklı oldu. Günümüzde de durum bundan çok farklı değil aslında. Bir bakıma baktığımızda; dini açıdan veya insani yaşam şartlarında özgürlükler ve kolaylıklar olmakla birlikte maddi ve manevi kıskaç kabuk değiştirerek devam eder oldu. Toplumumuzun kahir ekseriyeti muhafazakâr, dindar ve vatanperver olarak kendini tanımlamaya çalışıyor. Lakin yakından baktığımızda tavır ve davranışlarımız bu tanımlamanın sadece söylem de kaldığını gösteriyor. Zira dinin ibadet denilen kısımlarında hassas davranan kişilere bir bakıyoruz, öyle davranılmadığını görüyoruz.
Somut örnekle konuyu izah etmeye çalışacak olursak; bir işveren, ibadette gösterdiği hassasiyeti, işçisinin haklarını verirken aynı oranda göstermiyor. Ya da bir ticaret erbabı aynı şekilde ticari ilkelerde, karşılıklı hukukun korunmasında aynı hassasiyeti göstermiyor. Yine bir kurumda çalışan kişiler vatandaşların işlerini kolaylaştırma yönünde aynı duyarlılığı gösteremiyor. İlla orada varlığını ortaya koyacak bir tavır ve davranış içinde oluyor. Kendi egosunu tatmin edebilme adına her türlü hareketi yapmaya meyyal olabiliyor. Toplum içinde karşılıklı hak ve hukuklarımızı korumak, onu zedelememek adına hareket edilmiyor. Tam aksine birbirimize nasıl üstünlük sağlayabiliriz, diye çaba sarf ediliyor. Bunu yaparken de her türlü olumsuz ve yanlış davranışı kendimize mubah görebiliyoruz.
Her yönüyle bu mevzuyu irdelediğimizde 100-150 yıllık serüvenin devam ettiğini açıkça görebiliyoruz. Batı öyle bir sinsi hareket ediyor ki, her zaman bizdenmiş gibi, bizi seviyormuş ya da bizimle dostmuş gibi görünerek bizi alttan alttan sessizce eritmeye ve değerlerimize yabancılaştırmaya devam ediyor. Bunun belki farkındayız, belki de değiliz. Bilerek veya bilmeyerek bu oyuna alet oluyor ve biz de onların değirmenine su taşımaya çalışıyoruz.
Burada dikkatleri çekmek istediğim bir konu var. Toplum olarak bir dönem birbirimize o kadar çok kenetlenmiştik ki, her birimizin ayakta kalması için herkes seferber olur, imece kültürü, ahilik kültürü aramızda hakim idi. Bu dayanışma ve sahiplenme ile herkes birbirine güven duyar. Birbirine karşı sevgi beslerdi. Birimizin sıkıntısı hepimizin sıkıntısı, hepimizin derdi kabul edilir, giderilmesi noktasında yekvücut olunurdu. Dayanışma da gösterilen örnekler bugün bile hala gıpta ile bakılarak yad ediliyor. Ancak bugün geldiğimiz noktada toplumsal dayanışma yerine bireysellik hakim oldu. Herkes kendi başının çaresine kendi bakacak. Herkes kendi derdiyle hem hal olacak. Kendi derdini kendisi çözmeye çalışacak. İmece ve ahilik kültürü yerine bir diğerini piyasadan nasıl silerim, onun işini nasıl baltalarım düşüncesi hakim olmaya başladı. Dayanışma yerini birbirini yok etme ve bunun içinde her yolu hoş görme noktasına gelindi. İşte bu ruh hali bizi daha fazla ileriye taşımaz. Bu ruh halinden nasıl sıyrılırız, belki kolay bir şey değil ama sıyrılmak zorundayız. Yeniden biz olabilme çabasını vermeliyiz. Ayak oyunlarını, entrikaları ve her şeyden önemlisi şahsi menfaatleri bir kenara koymalıyız. Şahsi menfaatler yerine toplumun ve hepimizin menfaatlerini gündem de tutup ona göre davranmalıyız.
Hiçbir zaman için sihirli değnek beklemeyelim. Bu konuda yine birbirimizin ilacı biziz. İşte o nedenle ruh halimizden silkinerek, kendimize gelip yeniden değer yargılarımızı zırh gibi bürünerek yolumuza devam etmeliyiz. Aydınlık geleceğe doğru emin adımlarla yürümeliyiz. Bunun içinde ilk yapılacak iş birbirimizi sevmek olacaktır.