Geçtiğimiz haftalarda bir dizi ziyaret yapmak üzere Manisa'da bulundum. Bu ziyaretler kapsamında birçok kurum ve şahıslarla görüşme imkanım oldu.
Manisa yıllardır Büyükşehir olan İzmir’e yakınlığı nedeniyle uzun yıllardır İzmir’in gölgesi altında kalmıştır. Bu nedenle gelişmiş olmasına rağmen hep İzmir ile anıla gelmiştir. Manisa Gediz çayı ile beslenen mümbit topraklara sahip. Bu yönüyle belki de Türkiye’nin tarım noktasında önde gelen illerinden biridir. Yıl boyu her türlü meyve, sebze vb. bu topraklarda yetişmektedir.
Manisa, sadece tarım alanında değil aynı zamanda, son 20-25 yıllık bir süreçte neredeyse çeyrek asır diyebileceğimiz zaman diliminde sanayi alanında da çok ciddi gelişmeler yaşadı. Bu süreç şehre birçok değer kattı. Özellikle ülkemizin önemli bir markası olan Vestel’in üretiminin Manisa Organize Sanayide yer bulması Manisa için büyük bir kazanımdır. Vestel dışında da birçok irili, ufaklı üretim yapan sanayicimize kucak açan şehirdir, Manisa.
Manisa, yukarıda da bahsettiğimiz gibi önemli bir tarım şehri olmakla birlikte, bir başka yönüyle de önemli bir sanayi şehridir. Elbette ki şehirlerde sanayileşme kesinlikle yadsınamayacak bir durumdur. İstihdama da çok büyük ölçüde katkısı vardır. Ancak sanayinin önemi kadar tarım alanı da önemli ve bol çeşitli ürünlerin üretilebildiği böylesi topraklar ülkemizde çok fazla yok. O nedenle tarıma elverişli olan ve bol miktarda ürün elde edilebilen toprakların bulunduğu şehirlerde kurulacak sanayi ve diğer fabrikalar çok titizlikle kurulmalıdır. Tarım arazisinin zarar görmemesine azami derecede ehemmiyet verilmelidir. Yani tarıma elverişli toprağı olan şehirlerimizde sanayiyi geliştirirken tarımı da öldürmemek gerekir. Bunun için tarımsal toprakların doğru değerlendirilmesi ve korunması milli bir politika haline getirilerek çiftçi de bilinçlendirilmelidir. Çalışmaların bu doğrultuda yürütülmesi gerekmektedir.
Burada hemen şu konuya değinmek istiyorum. Manisa’da özellikle Salihli, Alaşehir bölgesinde jeotermal kaynaklarının bol olması nedeniyle bu bölgemizde Jeotermal Enerji elde edilmektedir. Bölgede kurulan Jeotermal Elektrik santralleri ile ülkemizin yeterli miktarda olmayan, ithal etmek zorunda kaldığımız enerji açığına da katkı sağlamaktadır. Bu yönüyle çok doğru ve yerinde bir yatırım olarak görülen Jeotermal Santrallerin ürettiği elektrik ile ülkemize kattığı değer bakımından önem arz etmektedir. Ancak burada değinilmesi gereken çok önemli mevzu daha var. O da Jeotermal Santrallerin tabiata bıraktığı zehirli gazlar. Bu zehirli gazlar havaya ve suya karıştığında içindeki yüksek derecedeki borun etkisiyle toksit etki gösterdiği saptanmıştır. Yine hava da oluşan yüksek derecedeki kükürt de tarımsal ürünlere ciddi zarar vermektedir. Son dönemlerde bu konu ciddi bir şekilde gündeme taşınmaktadır. Zira yaptığımız ziyaretlerde görüştüğümüz bazı üzüm üreticileri bile konuyu dile getirerek, üzüm kalitesinin her geçen gün düştüğünü ifade ettiler. Bu konu ötelenemeyecek kadar öneme haizdir. Başta Tarım Bakanlığı yetkilileri olmak üzere, bölge milletvekilleri ve yöneticileri bu konuda üzerlerine düşeni büyük bir titizlikle yapmalıdırlar.
Sanayinin gelişimi ile hem tarım arazileri yeterli tedbirler alınmadığından tehlike arz eder duruma gelmekte hem de su kaynakları sanayi atıkları ile kirletilerek yok olmaya mahkum edilmektedir. Çocukluğumuzda hatırlıyorum Gediz Nehri, hatta küçük bir kolu olan bizim Soma, Kırkağaç havzasını besleyen Bakırçay bile berrak bir şekilde akardı. İçinde balıklar yüzerdi. Şimdilerde ise simsiyah akmakta. Bu çok büyük bir tehlikedir. Yeterli olmayan şu kaynaklarımızın var olanlarını da sanayi atıklarıyla maalesef kirletiyoruz. Adeta atık su kanalına dönüşmüş durumda. Son yıllarda Gediz Nehri’ni kurtarabilmek için büyük kaynaklar bulunması arayışına girilmiştir. Sanayi atıkları ile kirlettiğimiz su kaynakları aynı zamanda insan sağlığını da tehdit etmektedir
Manisa'nın sembolü olmuş, yaş ve kuru üzüm olarak iç ve dış piyasada tüketilen önemli bir ürün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Jeotermal Santrallerin havaya salgıladığı zehirli gazların etkisi azaltılmadığı sürece ve bu konuda çok ciddi tedbirler alınmadığı takdirde, adıyla ve tadıyla efsane olan, son dönemde sanayi ürünü olarak da bol miktarda tüketilmeye çalışılan üzümden gelecekte bahsetme şansımız olmayabilir. Üzüm üreticilerinin sesine kulak vermek gerekir. Üzüm gibi değerli bir ürünün göz göre göre yok olmasını seyretmek içler acısı bir durumdur.
Devletin bütün kademesindeki yöneticiler bu konuya ciddi manada eğilmeleri ve çözüm arayışı içerisinde olmaları gerekir, aksi takdirde zaten can çekişen tarım ve tarımsal ürünlerimiz bir süre sonra yok olmaya mahkum olacaklar. Elbette sanayi ve enerji kaynakları önemli şeyler. İstihdam açısından sanayimizin gelişmesi mutlak elzemdir. Ancak sanayimizi geliştireceğiz diyerek, yenilenebilir enerji kaynaklarımızı geliştireceğiz derken ekilebilir, mümbit ve verimli tarımsal arazilerimizi de korumak zorundayız.
Sanayi her şartta ve her yerde yapabiliriz. Ancak kaybettiğimiz ekilebilir, verimli toprakları tekrar geri kazanmak çok kolay olmayabilir. Hatta imkansız olabilir. Bu nedenle dengeyi iyi kurmamız gerekir.