Sevgili Okuyucularım;
Bu hafta Züht, takvâ, kerem ve cömertliği ile meşhur hanım evliyalardan biri olan Seyyidet Nefise’den (r.a.) bahsedeceğim ve onun başından geçen ibretlik bir hikayeyi paylaşacağım.
Seyyidet Nefise (r.a.) Hazreti Ali’nin dördüncü göbekten torunudur. Dolayısıyla soyu Rasûlüllah Efendimize dayanmaktadır. Yani Hz. Peygamber Efendimizin torunlarındandır. Tâhîre ve Kerîmet-üt-dâreyn lakapları vardır. Hicri 145 (m.762) senesinde Mekke-i mükerremede doğdu. Annesi, Lübâne binti Abdullah bin Abbâs bin Abdülmuttalib’dir. 208’de (m.823) Mısır’da, Kahire şehrinde vefat etti. Medîne-i münevverede yaşadı. Seyyidet Nefise, İmâm-ı Ca’fer-i Sadık’ın oğlu İshak-ı Mu’temen (r.a.) ile evlendi. Bu evlilikten Kâsım ve Ümmü Gülsüm isminde iki çocukları oldu.
Seyyidet Nefise (r.a.) ümmî olmasına rağmen çok hadîs-i şerîf öğrenmişti. Kur’ân-Kerîm’i ezbere bilirdi. Kabr-i şerîfi, zamanımıza kadar ziyaret edilmekte ve istifade edilmektedir.
İslâm âlimleri Seyyidet Nefîse’nin zamanından günümüze kadar Mısır’da bulunanlar ve bütün mü’minler için bereket olduğunu buyurmuşlardır. Kendini, günahı çok ve duâ etmeğe yüzü yok bilerek, “Hastam iyi olursa veya şu işim hâsıl olursa, sevâbı Seyyidet Nefîse hazretlerine olmak üzere, Allah rızâsı için üç Yâsîn okumak veya bir koyun kesmek nezrim (adağım) olsun” deyince, bu dileğin kabûl olduğu çok tecrübe edilmiştir. Burada, Allah-ü Teâlâ’nın rızâsı için Kur’ân-ı kerîm okunup veya koyun kesip, sevâbı Hazreti Seyyidet Nefîse’ye bağışlanmakta, onun şefaati ile, Allah-ü Teâlâ hastaya şifâ vermekte; kazayı, belâyı gidermekte, edilen duâyı kabûl etmektedir.
Zevci ve evlâdı ile beraber, Mısır’a yerleşmek için Medîne-i münevvereden ayrıldılar. Gelmekte olduğunu haber alan halk yollara dökülüp, kendilerine çok hürmet gösterdiler. Herkes, onları, kendi evlerinde misâfir etmek istiyordu. Abdullah-ı Cessâs adında velî bir zâtın kullanılmayan boş bir evi vardı. Oraya yerleştiler. Herkes, bereketlenmek ve kıymetli sözlerinden istifâde etmek için Mısır’ın her tarafından ziyâretine gelirlerdi. Ziyâretine gelenlerin sayısı haddi aşınca, onlarla meşgûl olmanın, her an Allah-ü Teâlâya ibâdet etmesine mâni olabileceğini düşündü. Tekrar memleketi olan Hicaz’a dönmeye karar verdi. Herkes çok üzülüp yalvardılar ise de kabûl etmedi. Nihâyet bu durumu, Mısır emîri Sırrı bin Hakem’e arz ettiler. Mısır emiri bu durumu haber alınca, doğruca Hazreti Seyyidet Nefîse’nin yanına gelip, Mısır’dan ayrılmak istemesinin hikmetini sordu. Hazreti Seyyidet cevâbında, “Mısır’da ikâmet etmek istiyorum. Lâkin ziyaretçilerim çok fazladır. Ben zaîf bir kimseyim. Evimiz de dardır. Ayrıca gelen ziyaretçilerle meşgul olmak mecburiyetinde kalmam, her an Allah-ü Teâlâ’ya ibâdet yapmama mâni oluyor” diye cevap verdi. Bunları dinleyen Mısır emîri “Falan yerde, şahsıma âit geniş bir evim vardır. Onu size hediye ettim. Lütfen kabûl ediniz” dedi. Seyyidet Nefîse bunu kabûl edince, Mısır emîri çok sevindi. Seyyidet Nefîse, “Haftada sadece Çarşamba ve Cumartesi günleri ziyâretime gelsinler. O iki gün onlarla meşgûl olurum. Diğer günlerde hep ibâdet yapmakla meşgûl olmak istiyorum” buyurdu.
Rivâyet edilir ki, Hazreti Seyyidet Nefîse zamanında Mısır’da, dört tane kız çocuğundan başka kimsesi bulunmayan ihtiyâr bir kadın vardı. Bunlar iplik eğilirler, her Cum’a günü ihtiyâr kadın ipliği pazara götürüp, yirmi dirheme satardı. On dirheme, iplik yapmak için pamuk, kalan on dirhem ile de yiyecek bir şeyler satın alır, gelecek Cum’aya kadar bunlarla idâre ederlerdi. Yine bir Cum’a günü, ihtiyâr kadıncağız bir hafta müddetince eğirdikleri ipliği, kırmızı bir beze sarıp, çarşıda satmak için yola çıktı. Bohçayı başında taşıyordu. Yolda giderken büyük bir kartal gelip, ipliklerin bulunduğu bohçayı kaparak kaçtı. Kadıncağız da düşüp bayıldı. Kadın kendine geldiğinde, olanları hatırlayıp ağlamaya başladı. Başına toplananlara hâlini anlatıp, “Bir hafta boyunca çocuklarım nafakasız ne yaparlar?” diye sızlandı. Oradakiler kendisine, “Falan yerde Seyyidet Nefîse isminde bir hanım evliyâ vardır. Sen hâlini ona arz et, bakalım ne diyecek?” dediler. Kadın gelip Hazreti Seyyidet’e durumu anlattı. Hazreti Seyyidet, ellerini açıp duâ etti: Kadına da, “Sen şimdi evine git. Allah-ü Teâlâ her şeye kadirdir” buyurdu. Kadıncağız da evine gitti. Kısa bir müddet sonra Seyyidet Nefîse’ye ba’zı kimseler gelerek, “Biz deniz yolculuğunda idik. Gemimiz bir ara su almaya başladı. Ne yaptıysak su giren yeri kapatamadık. Sizi vesîle ederek Allah-ü Teâlâya duâ edip bizleri o sıkıntıdan kurtarmasını istedik. O sırada büyük bir kartal göründü. Pençesinde büyük kırmızı bir bohça vardı. Gemimizin üzerine gelince, bohçayı bırakıp gitti. Bohçayı açtık, içinde çok miktarda iplik vardı. Bunlarla gemimize su sızan yeri iyice kapadık. Bundan sonra selâmetle memleketimize geldik. Bu hâlimize şükür için, size hediye olarak şu beşyüz dirhemi getirdik, lütfen kabul ediniz.” deyip gittiler. Seyyidet Nefîse, Allah-ü Teâlâ’ya şükredip ağladı. Sonra o ihtiyar kadını yanına istedi. Kadın gelince ona, “Kartalın kaptığı iplikleri kaça satacaktın?” dedi. Kadın “Yirmi dirheme” deyince, Seyyidet Nefîse ona beşyüz dirhemi verip hâdiseyi anlattı ve “Allah-ü Teâlâ senin her dirhemine 25 kat ihsân etti.” buyurdu.
Rabbim bizlere şefaatlerini ve himmetlerini nasip etsin. Bu mübarek günlerde bu ve bunun gibi mübarek insanları çokça analım ve okuduğumuz Kur’an-ı kerimlerin sevaplarını mübarek ruhlarına hediye edelim, inşaallah.