Sevgili Okuyucularım;
Ülkemiz de 24 Haziran’da yapılan seçimle birlikte yeni bir döneme kapı aralanmış oldu. Seçim sonuçları ile Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin ilk Devlet Başkanı oldu. Çoğunluğu Parlamento dışından olan Bakanların belirlenmesi ile Türkiye’de yeni bir dönem başlamış oldu. Parlamenter Sistemde hepinizin de bildiği gibi Hükümet, Cumhurbaşkanının seçtiği Başbakan ile O Başbakanın belirlediği Milletvekilleri içinden seçilen Bakanlar ile hükümet kuruluyordu. Sadece teknik dönemlerde Teknokratlar hükümeti kurularak devlet yönetilmeye çalışılıyordu. Şu anda hemen hemen çoğu Hükümet üyesi bakanın dışarıdan atandığı bir teknokrat hükümeti gibi başkanlık sisteminin ilk hükümeti kurulmuş oldu. Bunu çok önemsiyorum. Ve çok anlamlı buluyorum. Her ne kadar Devlet Başkanı bir partinin Genel Başkanı olsa da, Hükümet üyeleri üzerinde hem Parlamentonun hem de partili şahısların tahakkümü biraz da olsa azalmış olacak. Eğer bu sağlıklı bir şekilde uygulanabilirse ileri demokrasi adına ve Türkiye’deki en büyük sıkıntılardan biri olan adam kayırmacılığının biraz olsun önüne geçilmiş olacak. Bu şekilde bakanlar da kendi hür iradeleri ile görevlerini yürütürler ise bu Türkiye için ciddi kazanım olur. Üstelik çözüme kavuşması gereken konular da daha hızlı ve daha objektif verilecek kararlar ile daha kolay alınmış olacak. Şimdi kısa bu girişten sonra yeni dönemde milletin beklentileri neler ve bu beklentiler ne kadar karşılık bulacak onu incelemeye çalışalım.
Öncelikle 2002’den bu yana devam eden ve 17 yılı neredeyse tamamlayan Ak Parti iktidarında en çok eleştiri alan konu eğitim alanı oldu. Şimdi, eğitim camiası içinden gelen Bakan ve Bakanın söylemleri ile olumlu havalar esmeye başladı. Bununla birlikte yüksek beklentiler oluşmaya başladı. Gerçekten yeni Bakan sahayı iyi okur ve oluşturacağı çalışma ekibini çok iyi seçerse, bu ekip ile beraber uyumlu çalışmalar yürütürse toplumun en çok muzdarip olduğu konu olan eğitime köklü çözümler getirmiş olur. Yapacağı uygulamalar, atacağı adımlar ile bütün kesimleri mutlu etmiş olur. Zira Milli Eğitim’deki sıkıntılara ciddi ve köklü çözümler üretilmediği takdirde sağlıklı nesiller yetişmesi çok mümkün olmayacaktır. Sağlıklı nesiller yetiştiremediğimiz sürece de gelecekten çok umutlu olmak biraz saflık olur. İnşaallah bu yeni bakanımız bu konulardaki umutların yeşermesini sağlar.
Bir diğer önemli konu da ekonomi. Toplumların ayakta kalması ve milletin huzurlu bir şekilde hayat sürmesi için ekonominin rayında gitmesi gerekir. Ekonomideki önemli argümanlar da işsizlik, cari açık, ihracat, ithalat dengesi ve üretim. Türkiye artık teknoloji ve bilim çağında rotayı buraya çevirerek bilim ve teknoloji üretmeye dönük ve yaptığı bu üretimi en azından dışarıdan alınan kısmını iç piyasa da üreterek karşılamaya çalışırsa bu alanda dışarıya ödenen döviz içeride kalmış olur. Bunun içinde yine eğitime büyük iş düşüyor. Teknoloji ve bilim üretebilecek beyinler yetiştirilmesi gerekiyor. Bir diğer mevzu da işsizlik konusunda ciddi adımlar atılmalı. İş gücü biraz daha mesleki alanda eğitim kurumları oluşturularak insanlar meslek sahibi yapılmalı ve bu meslek sahipleri de sanayi alanına yönlendirilmelidir. Küçük ve orta ölçekli sanayinin yanında dünya devi olacak sanayi kuruluşlarının kurulmasına öncülük edilmelidir. Bu noktada yerli ve yabancı yatırımcıların önü açılmalı, özellikle yabancı yatırımcılar teşvik edilmelidir. Konut üretimi ile büyümeye bir son verilmelidir. Konut üretiminde bir noktadan sonra konut üretecek arsa da bulunamayacak duruma gelecek. Toplumun huzur içinde yaşamasını sağlayan yeşil alanların katledilmesi gündeme gelecektir.
Sanayi alanında yarı mamul, ara mamul üretimleri arttırılıp bu noktalarda ihracat alanında ciddi mesafeler alınmalıdır. Özellikle ülkemizde bulunan hammadde cevherleri, demir, çelik, bor, kömür vb sayamayacağımız kadar madenimiz (yeraltı kaynağımız) var. Bunlar direk çıktığı gibi değil de, işlenerek ihracat yapılırsa ülke döviz anlamında daha fazla kazanç elde etmiş olur. Ekonomi alanında yazılabilecek çok daha fazla şeyler var. Ancak bu noktada önemli bir mevzuya da değinmek istiyorum. Faizlerin yüksek olması ile Türkiye’de sıcak para giriş çıkışı yapanlar, buradan ciddi kazançlar elde ediyorlar. Sıcak para girişi ilk bakışta güzel görünse de ülke ekonomisi açısından akılcı bir yöntem değil. Kaybeden uzun vadede Türkiye oluyor. Onun için sıcak paradan ziyade paranın üretime kayacağı bir model üzerinde çalışma yürütülmelidir. Ekonomik başarı sonucunda ülkenin gelişmişliği de artmaktadır.
Kısa bir tabir ile Türkiye üreten hem de çok üreten bir ülke olmalıdır. Tüketim ekonomisi bizi bir yere kadar taşır.
Diğer önemli alanlar olan adalet, sağlık, tarım, benim çok önem verdiğim kültür ve turizm konularındaki beklentileri, yapılması gerekenleri bir sonraki yazımızda değerlendireceğim.
Kalın sağlıcakla.