Sevgili Okuyucularım;
Son zamanlarda kadın cinayetleri ile birlikte çocuk istismarlarına çokça rastlar hale geldik. Bunun yanı sıra çevremizde şahit olduğumuz birçok haksızlık, adaletsizlikler sonucu kendi kendimize “ahlaki noktada nereye gidiyoruz” sorusunu sormamıza neden olmaktadır. Yazımıza başlamadan sizlere Orhan Gazi döneminde yaşanan bir menkıbeyi aktaracağım.
Osmanlı Sultanlarının 2.si Orhan Gazi döneminde bir gün kardeşi Alaüddin Bey huzuruna gelerek kendisine tevdi ettiği görevden azlini talep eder. Orhan Gazi bunun sebebini sorar. Bunun üzerine kardeşi Alaüddin Bey anlatmaya başlar:
“Dün divana iki zat geldi. Biri diğerinden bir tarla satın almış. Tarlayı sürerken içi altın dolu bir testi bulmuş. Tarlanın pazarlığına, toprak altından çıkacak nesneler dahil edilmediğinden, altın dolu testiyi eski sahibine götürmüş. ‘Ben senden tarlanın yüzünü satın aldım; bu altınlar ise tarlanın altından çıktı, al senindir’ demiş. Eski sahibi ise almamış. ‘Her ne kadar tarla yüzüne pazarlık etsek de buna toprağın altı da dahildir. Altınlar senin, güle güle harca’ demiş. Anlaşamamışlar, bana geldiler. Her ikisi de aynı şeyleri söylüyordu: ‘ Ben Allah’tan korkarım, hakkım olmayan altınları alamam.’ Çaresiz kalıp altınları hazineye almak istedim, bu sefer de memurlarım tereddüt gösterdi. ‘Devlet hazinesine şüpheli akçe giremez’ dediler. Hazine akçesi ya vergilerden yahut cenk ganimetlerinden olur.’ Ahalisinde Allah korkusu bu dereceye gelmiş, devletini şeriat kılıcı, definelere nazlanacak hale getirmiş olan bir yerde bana ihtiyaç olmadığını anladığım için köşeme çekilip kalan ömrümü Allah’ıma ibadetle geçirmek istiyorum…
Bu menkıbe ile ecdadımızın ne kadar hassas davrandığını görmekteyiz. Onların bu şekilde davranmasının temelinde aldıkları eğitim ve ahlaki düstur yatmaktadır. Bugün bizler birçok mevzu da haklı veya haksız olduğumuza bakmaksızın hareket ediyoruz. Özellikle de akçeli işlerde hep kendimizi haklı çıkartacak konuma getirmeye çalışıyoruz. Sanki bulunduğumuz makam, mevki bize her şeyi mübah kılıyor gibi davranıyoruz.
Gelelim konu başlığımız olan Ahlak Dejenerasyonuna. Bugün maalesef eğitim sistemimizin açmazları ile birlikte, çevremiz ve özellikle de medya, medyanın ekrana taşıdığı diziler ve filmler, hatta reklamlar bile, bizleri o kadar etkilemektedir ki, bugün inanamayacağımız vahşette olaylara şahit oluyoruz. Cinayetler, İstismarlar, Haksız kazanç elde etmeler, devletin kurumlarında görev yapanlar, devletin bir kuruşunda bile tüyü bitmemiş yetimim hakkı vardır, diye düşünerek hareket etmelidirler. Yapılan harcamalar kılı-kırk yararak yapılmalıdır. Birbirimize karşı “Sevgi Dili” yerine, “Nefret Dili” kullanmamız; birbirimize olan tahammülsüzlüğümüzün sonucu kamuoyuna yansıyan bir çok olumsuz olaylar ile karşılaşmaktayız.
Toplumumuzun genelinde haksız kazanç elde etmek, kısa yoldan köşe dönmek, emek ve gayret etmeden çok kazanç elde etme hastalığı, hased ve kibir ile birbirimizin üstesinden gelmek gibi ayak oyunlarına şahit olmaya başladık.
Osmanlı’nın 600 yıllık ayakta kalışının arkasında menkıbe de yaşanan hassasiyetlere sahip insanlar topluluğundan oluşuyor, olması yatıyor. Allah korkusunun kalplerine yerleştirildiği bir eğitim cenderesinden geçmiş olmaları yatmaktadır.
Bugün bizler ne acıdır ki, eğitim sistemimizdeki zafiyetlerin üstüne medya kirliği de eklenince hazin bir tablo ile karşı karşıya kalmış oluyoruz. Elbette toplumda suçları sıfırlamak veya yok etmek pek mümkün ve kolay olmayabilir. Ama en aza indirmek için bir gayret gösterilmelidir. Bunun da en öncelikli yolu eğitimden geçmektedir. Eğitimle birlikte bu bir devlet politikası olmalıdır.
Kısacası rahmetli Erbakan Hocamızın dediği gibi “Önce Ahlak ve Maneviyat”. Çözüm burada yatmaktadır.