Ülkece kutladığımız pek çok önemli gün ve hafta bulunmakta. Geçtiğimiz ay 5 Aralık’ta; her yıl olduğu gibi Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkının Verilişini ve Dünya Kadın Hakları Günü’nü kutladık. Yaklaşan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde ise; yine haklarını ararken hayatlarını kaybeden kadınları anarak, her alanda başarılı kadınlarımızın başarılarını kutlayarak ve sayılarının artmasını dileyerek yine ‘‘Kadın! Kadın! Kadın!’’ diyeceğiz.
Pek çok ülkenin kadınlarından daha önce seçme ve seçilme hakkını kazanan ülkemiz kadınları, seçme hakkını kullanabilmiş ancak ne yazık ki seçilme hakkını kullanmakta zorlanmıştır. İlk kez 1930 yılında yerel seçimlerde oy kullanan kadınlarımız, 1935 yılında 18 kadın milletvekiliyle, siyaset arenasında ‘‘seçilmiş’’ sıfatını kazanmıştır. %4,5 oranıyla başlayan parlamentodaki kadın temsili günümüzde 75 kadın vekille %13,7 ye ulaşmıştır. Kadınlarımızın karar veren mekanizmalarda yerlerini alarak siyasal hayata katılmaları, en yüksek oranlara günümüzde ulaşmış ancak yine de pek çok dünya ülkesinin gerisinde kalmıştır. Yaklaşık %10’luk artış ancak 80 yıl sonra yakalanmıştır.
Çoğu ülke kadınından çok daha önce seçme ve seçilme hakkı kazanan Türk Kadını seçme hakkını kullanmış, ancak erkek egemen siyasette seçilme hakkını çok az sayıda kadın kullanabilmiştir. Siyasi söylemlerde ‘‘…toplumun yarısını oluşturan…’’ dediğimiz kadınların, temsil noktasında aynı oranı yakalayamamasının nedeni eril siyasette kadının hâlâ simgesel olarak görünmesidir. Siyasette aktif görev almak isteyen; istekli, ilgili, donanımlı ve de alanlarında başarılı kadınlarımızın önünde somut olmasa da türlü engeller bulunmaktadır. Siyasetin erkek egemen yapısı; kadınların siyasal hayata bireysel katılımına izin verirken, toplumsal değerlerden ve zihniyet yapısından ötürü toplumsal katılımının önünü âdeta yazılı olmayan ama var olan uygulamalarla tıkamaktadır.
Kadınlarımızın karar verme mekanizmalarında siyasal hayata katılmalarında üzerinde durulması gereken nokta tabii ki yalnızca sayıları değil, nicelikleri ve nitelikleriyle temsil şekilleridir. Temsilci olma şansını yakalayan çok az sayıdaki kadının eril siyaset içerisinde siyaset yapma şekli, temsilcisi olduğu kadınlar açısından çok önemlidir. Kadın olduklarını ve hemcinslerini, onların sorunlarını ve kendilerinden beklentilerini unutup, eril siyasetin bir parçası olarak erkekçe siyaset yapmaları mı yoksa kadınların temsilcisi olduğu düşüncesiyle hareket edip, temsil ettiği grubun yararına da çalışmalar yapması mıdır olması gereken? Tam da bu noktada ‘‘Aktif siyasete seçilmek üzere aday olan her kadın birer feminist mi olmalıdır?’’ sorusu akla geliyor. Ama halk arasında yanlış bilinen, erkek düşmanı kadınlar gelmesin akıllara. Tüm çabası kadınla erkeği eşit konuma getirmek olan feminist kadınlardan söz ediyorum. Amacı bu olan erkek siyasetçiler, erkek feministler de olabilir pek tabii. Feminist hareketlerin özünde cinsiyet kavramı olsa da feministliğin cinsiyeti yok, olmamalı da. Nitekim; kadın siyasetçi sayısının artmasını talep eden kadınlar olsa da pozitif ayrımcılık yaparak kadınlar için kota uygulamasını getirenler yine erkek siyasetçiler olmuştur. Bu günlere gelinmesinde ise; eril siyasette yükselen kadın seslerinin, feminist hareketlerinin etkisi yadsınamayacak derecede…
Dünyada Condorcet, Mary Wollstonecraft ve Olympe de Gouges ile başlayan, ülkemizde Nezihe Muhiddin, Halide Edip Adıvar ve ismini sayamadığımız ya da ismini bilmediğimiz çok sayıda kadın ile devam eden feminist hareket, bugün de amaçları kadının mağduriyetini önlemek, kadını daha iyi konuma getirmek kısacası kadının faydasına işler yapmak olan kadın derneklerinin çatısı altında toplanan sayısız kadınla devam etmektedir.
Dipsiz bir kuyu olan feminizm ve feminist hareketleri bir tarafa bırakıp günümüz siyasetine dönüş yapacak olursak, cumhuriyet tarihinden bu yana nicelik açısından en güzel dönemini yaşayan kadın temsilcilerimizden nitelikli katılımlar olduğunu da görüyoruz. Kadın denilince akla ‘‘aile’’ kavramı geldiği için olsa gerek kadına verilen tek bakanlık Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı iken artık günümüzde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı gibi önemli bir bakanlığın başında da kadın vekilimiz bulunmakta. Artık kadınlarımızın hem aile hem de iş-çalışma hayatında var olduğunun ve var olmak da yetmez başarılı olduğunun önemli bir göstergesi değil midir bu gelişme? Eril siyasette kadın siyasetçinin yükselen başarısı değil midir? Başkanlığı döneminde kadın siyasetçi sayısının arttığı, en önemli iki bakanlığı kadınlarımıza emanet eden Cumhurbaşkanımız, AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da feminist değil midir öyleyse? 1934 yılında Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkının verilmesini sağlayan Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de o dönemin feministidir.
Ancak bizim daha kısa sürede daha çok sayıda kadın temsilciye ihtiyacımız var. Eril siyasette; feminist kadın siyasetçilere, feminist hareketlerle hareket ederek siyasal hayata katkı sunan kadınlara ihtiyacımız var bizim. Katılım sağlamakla katkı sağlamak arasındaki farkı bilen, gören, hisseden, katkı sunmak amacıyla çalışan, çalışacak olan, siyasetin nesnesi değil öznesi olma bilinciyle hareket eden, haklı sesleri yükselen, kısık sesler olmayan kadınlara ihtiyacımız var bizim. İşte o zaman kadınlarımızın acı dolu çığlıkları yükselmeyebilir. O zaman 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlarımızın başına gelen felâketleri dillendirmemize gerek kalmayıp, kınama mesajları yerine, kadınlarımızın her alandaki başarılarından söz ettiğimiz, sayılarının artmasını dilediğimiz kutlama mesajları verebiliriz…
Mutlu yarınlar için eril siyasette cesur ve de başarılı kadınlarımızın sayılarının artması dileğiyle...