Sevgili Okuyucularım
Bu Hafta ki yazımızda Türkiye’nin El-Hamrası olan Divriği Ulu Camii hakkında bilgiler vereceğim.
Anadolu turumuz esnasında Sivas da bulunduğum süre zarfında Sivas'ın tarihi geçmişi hakkında önemli bilgiler edinmiş ve kendini hizmete adamış olan Zühtü Hocam mutlak surette Anadolu Selçuklular Döneminde yapılmış ve sanatıyla insanı büyüleyen Divriği Ulu Camiini görmemizi istedi. Ben de aracın yönünü Divriği istikametine çevirdim. Ulu Camiyi görünce iyi ki buraya gelip bu eseri görmüşüm diye çok sevindim. Eser Tadilatta olduğundan sadece dışarıdan görmek imkanımız oldu. Bu Cami hakkında değil bir kaç makale yazmak ciltler dolusu kitap yazılsa yeridir.
Camiyi anlatmaya geçmeden önce buraya geliş maceramımıza da değineyim. İstanbul’da ikamet eden Sivaslı dostum Adem Yıldırım Divriği’ye gidecekseniz oranın mihmandarı ve gönüllü rehberi olan Mustafa Yıldırım Hocamızı mutlaka bulunuz. Onsuz oraları gezemezsiniz ve bir şey anlamazsınız dedi. Bizde Adem Hocamızı dinledik. Ve Sivas'dan yaklaşık 2 Saatlik bir yolculuk sonrası Divriği ye ulaştık ve Mustafa Yıldırım Hocamızı bulduk. Camiyi ve ilçeyi Onun rehberliğinde dolaşınca kıymetini anladık. Buraya yolu düşeceklere tavsiyem ( Mutlaka Yolunuzu düşürmeye çalışınız. Tarihi, Konakları adeta bir açık hava müzesi ) rehbersiz sakın gezmeyiniz. Mustafa Hocamızın rehberliğinde gezdiğimiz ve gördüğümüz Ulu Cami adeta bizi büyüledi. Burayı anlatmaya belki kelimeler kifayetsiz kalır.
Divriği Ulu Camii ve bitişiğinde ki Darüşşifası Anadolu Selçuklu Devleti Zamanında Ona bağlı mütevazı bir beylik olan Mengücek Beyliği tarafından yapılmıştır. O dönemdeki Süleyman Sah'ın oğlu Ahmet Şah tarafından cami kısmının yapılması emir verilmiş olup, aynı tarihte eşi Melike Turan melek tarafından da şifahane bölümünün yapılması emir verilmiştir. Bu haliyle yapı, bir kadın ve erkeğin bitişik nizam da yaptırdığı tek eserdir. Eserin en büyük özelliği uzaktan bakıldığında simetrinin hâkim olduğu bezemeler, yakına gelindiğinde ve detaya inildiğinde asimetrinin hâkim olduğu fark edilmektedir. Bütünlüğü bozan hiçbir bezeme yoktur. 1228 tarihinde başlayıp 1243 tarihinde tamamlanan bu yapının Baş Mimarı Mugis oğlu Ahlatlı Hürrem Şah'dır. Moğol İstilasından kaçarak ilme, ilim adamına, sanata ve sanatçıya değer veren Ahmet Şah'a sığınmıştır. Ahmet Şah'ta aynı dönemde aklında ve fikrinde olan böyle özgün ve ihtişamlı tek olabilecek bir eser bırakmak ve buna ek olarak Allah ve Rasûlüne olan muhabbetini ve aşkını taşa işleyerek ebedileştirmek istemektedir. Ama bu arzusuna derman olacak birini tabiri caizse gökte ararken yerde bulmuştur. Ve bulduğunda da bu eserin yapılmasını emretmiştir. Eser Anadolu Selçukluları zamanında yapılmasına rağmen o dönemdeki eserlerden sanatvari ve mimari anlamda çok farklı olarak İnşa edilmiştir. Bu farklılıklar farkedildiğinde de 1985 yılında UNESCO tarafından 'Korunması gerekli Dünya Miras' listesine alınmıştır. Eserde binlerce hatta o binlerce motif olmasına rağmen hiçbiri bir yerde kendisini tekrar etmez. Burada Baş Mimar kâinattaki varlıkların tekliğinden yola çıkarak Allah’ın Birliğini ifade etmek için bu yönlü bir ilham ile tamamlanmıştır. Böylelikle Baş Mimar Kâinattaki farklı varlıkların muhteşem bir ahenk ve denge içerisinde yer alışını taşa nakşederek gözler önüne sermiştir. Ayrıca Baş Mimar bu eserde ' Gerçek Sanatçı ' kendisinden önce var olanı bire bir taklit eden değilde, kendisinden sonra taklit edilemeyecek eser bırakandır. Mesajını vermek istemiştir. Bu yönüyle de öncesi olmayan ve ilk olma özelliğine sahip mimari bir şaheserdir.
Caminin mimaride son noktayı gösteren üç ana kapısı bulunmaktadır. Birincisine Batı Kapı, Tekstil Kapı, Çarşı Kapı ve Gölge Kapı olarak anılmaktadır. Bu kapının birden fazla isminin olmasına rağmen en çok anılan ismi Tekstil Kapıdır. Kapı üzerindeki taş işlemeciliği zirveye çıktığı için bu isimle anılmaktadır. İkinci Kapı, Cennet Kapı, Kuzey Kapı, Kale Kapı, Giriş Kapı, Cümle Kapı diye isimlendirilmektedir. Bu kapı üzerindeki motiflerde de çok büyük manalar ifade eden motiflere yer verilmiştir. Üçüncü Kapı ise, Şah Kapı olarak isimlendirilmektedir. Sultan'ın Camiye giriş Kapısı olarak kullanılan bu kapı çok alçak yapılmış. Çünkü Sultan içeri girerken boynunu eğerek girsin, büyüklenmesin, kibrini ve gururunu kırsın diye bu şekilde düşünmüş mimar.
Caminin Kapıları üzerindeki motiflerin ne anlama geldiğini ve Cami içindeki minber ve mihrabın özelliklerini ve de açık hava müzesi gibi olan bu şehrin diğer önemli ve görülmesi gereken mekanlarını önümüzdeki haftalarda ki yazımda inşaallah değinmeye çalışacağım.