Temel İnsanlık değerleri eğitimimizi aldığımız yıllardı 1980 ile 1990 yılları arası. Soma Millî Gençlik Vakfında önünde diz çöküp “İnsanlık ve Adamlık Dersi” aldığımız hocalarımız vardı, en başta o dönem Millî Gençlik Vakfı Soma Şube başkanımız değerli büyüğümüz Mustafa Ilgar abimiz, Vakfın Soma şube kurucusu Tevfik hocamız, Fıkıh ve Tefsir ilimlerini tahsil ettiğimiz Veysel Demirci hocamız, sonradan Somaya taşınan emekli Müftü Şerif Bedirhan hocamız vardı. Biz bu güzel insanlardan Müslümanın bilmesi gereken temel bilgileri en ince ayrıntılarına kadar aldık, ilaveten bize bu kıymetli büyüklerimiz İnsan ilişkileri ve Siyaset ilmini de öğrettiler.
Siyaset noktasında öğrettikleri en önemli düstur ise “Görev İstenmez Verilir” düsturuydu, bu düsturun destekçisi olan hadiseyi de anlattılar bize o vakitler, Kainatın efendisi Allah (cc) Resulü (as) zamanında Efendimizden (as) emirlik görevi isteyen Abdurrahman bin Semura’ya Peygamberlerin Sultanı Efendimiz demiş ki; "Abdurrahman, sen yöneticilik isteme. Çünkü böyle bir görevi isteyerek alırsan onunla baş başa bırakılırsın, ama sana istemeden verilirse Allah"ın desteğini bulursun". İşte biz bu hadiseyi duyduktan sonra asla hiçbir göreve talip olmadık edep bunu gerektiriyordu. O zaman yaşanan bu hadise sadece Abdurrahman bin Semura’ ya has bir durum mu idi onu da bilemiyoruz tabii.
Öte yandan Mısır zindanlarında uzun zaman eziyet çektikten sonra suçsuzluğu anlaşılıp zindandan çıkarılan Hz Yusuf’u (as) dönemin Mısır kralı makamına çağırıyor ve Yusuf (as)’a direkt kendisine bağlı olarak özel bir görev teklif ediyor. O da kraldan şöyle bir talepte bulunuyor: “Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici) kıl. Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (yönetim işlerini de) bilenim.” Nitekim bu bilgi sapasağlam bir bilgidir çünkü Kur’an-ı Kreimde Yusuf Suresinin 55. Ayetinde geçmektedir. Yani Hz. Yusuf (as) böyle önemli bir görevi bizzat istemişti. İstediği olmuş, bu görev kendisine verilmiş ve gerçekten de tarihe geçecek bir başarı göstermişti.
Kur’an-ı Kerimde geçen bu hadisedeyi de okuduktan sonra o dönemde bende oluşan kanaat şöyle olmuştu, Efendimiz (as) zamanında yaşanan Abdurrahman bin Semura olayı o gün için Abdurrahman bin Semura’nın kendisine has bir durum idi, hal böyle iken böyle bir değerlendirme yapmama rağmen hizmetiyle şereflendiğim hiçbir organizasyonda bugüne dek hiçbir göreve talip olmadım, daha yeni atlattığımız 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir kez daha fark ettim ki, muhakkak ki Müslümanlar ehil oldukları hususlarda göreve talip olmalılar. Nitekim bu durum ayetle de sabit. Eğer biz inananlar bunu böyle yapmaz, görev istenmez verilir’i beklersek ortalık 15 Temmuzda görüldüğü gibi ite uğursuza kalır.
Hadisenin birde yetkilendirme ve görev verebilme yetkisinde olan yöneticiler boyutu var ki, günümüzün en büyük sıkıntısı bu bence. Millete hizmet makamlarına atama ya da ehil kişileri teklif etme yetki ve öngörüsüne sahip olan bu kişiler de bulundukları makamın hakkını veremezlerse yani layık olanları, talip oldukları makamlara getirmezler ve/veya önermezlerse sanırım ağır bir vebalin altına girmiş olurlar. Artık “benim adamım olsun, yok zararı beceremesin” , “benim dediğimi yapsın da millete hizmet bir kenarda dursun” , “ benim şanıma gölge edecek ya da bana asi olmayacak biri olsun da, milletin değil benim hizmetimde olsun” mantalitesiyle hareket ederek kayırmacılık dönemi artık bitsin, bitmeli, hatta bitmek zorunda.
Böyle olursa bu aziz vatanın üzerinden güneş hiç eksik olmaz ve Allah (cc) doğruların her daim yardımcısıdır.
Kalın sağlıcakla.